Şubat 1999’da GÜNEY EGE GAZETESİNDE yayınlanmıştır.

Bir süredir işlerim nedeniyle yazılarımı İzmir’den paylaşıyorum. Ufak- tefek aksaklıklar olursa bağışlayın. Bugün köşemizin konusu İzmir’den gözlemlerimle ilgili. Özellikle de “konfeksiyon sektörünü” ele alacağız.

Bilindiği gibi ülkemizin ihracat gelirlerinde büyük payı olan bu sektör, şu an alarm sinyalleri veriyor. Çok büyük fabrikalar kapanmış, kapanmaya da devam ediyor. Binlerce işçi, işsiz kaldı. İşsizlerin çoğu evlerine ikinci hatta üçüncü ücret geliri sağlayan kadınlar ile genç kızlarımız. Çalıştıkları sürece kazançları ile rahat bir yaşam süren ve ihtiyaçlarını ailesine yük olmadan karşılayabilen, ev- araba- ev eşyası vb. borçları olan bu kesim, artık borçlarını ödeyemez duruma gelmiştir.

Bu konu ülkemizin giderek azalan döviz gelirleri yanında, işçilerin alışveriş yaptıkları esnafları da olumsuz etkilemektedir. Siftah yapmadan kepenk kapatan esnaf sayısı giderek artmaktadır.

Olayın vahameti ekonomik olduğu kadar da sosyolojik ve psikolojiktir. Para harcamaya alışmış bu kesim, harcama alışkanlıklarına devam etmek isterse ne olacak? Çoğu kadın olan bu insanlar kolay gelir elde etme yollarına başvurursa..! Yoksa işsiz gençleri televizyonlardan “filanca yerde yakalanan tinerci gençler” diye anons edilirken mi öğreneceğiz gerçek durumu?

Sorunun kaynağında iş yeri sahip ve yöneticileri yanında, devlet kurumları da var. Kim, kimden daha suçludur bilemem. Ancak görünen o ki bazıları hariç hiç kimse her zamanki duyarsızlıkla kendisine pay çıkarmıyor.

Bilindiği gibi dünya pazarlarında acımasız bir rekabet ortamı var. Özellikle çevremizde doğu blokundan ayrılmış ve serbest Pazar ekonomisine geçmiş AB ile aynı dini paylaştığı için kendilerine pozitif ayrımcılık yapılan Romanya, Bulgaristan, Polonya vb. ülkeler bize bu sektörde rakiptirler. Çin’i konuşmuyorum bile. İş gücü maliyetleri ile bizden daha avantajlı olan bu ülkelerde, eğitim düzeyi de bizden aşağıda değildir. Ayrıca yetiştirilme şartları nedeniyle yoğun çalışmaya, bize göre daha yatkındırlar. Kıssadan hisse; Meydan boş değildir. Boşalttığımız pazara yeni oyuncular girmeye hazır.

AB açısından baktığımızda ise hemen arka bahçesi konumunda olan Türkiye yanında bu ülkeler, bahçeye açılan kapı konumundadır. Bulgaristan 1998 sonunda %800’lere varan enflasyonu ile bize pas vermeyen IMF’den aldığı desteklerle, Aralık ayında enflasyonunu %1’lere kadar indirebilmiştir. Bizim ekonomistlerimiz onlara ders verirken, kendimiz sınıfta kaldık.

İşte bu gelişen piyasalar ve olumsuz ortamda, bazı değerli işverenlerimiz (kibarlık yapıyorum neredeyse hepsi) kazandıkları paraları, bir gün değirmenin suyu kesileceğini düşünmeden, kredi borçlarını ödemek yerine yat, villa, metres- Mersedes’lere yatırmışlardır. Devlet baba bankalara vadesi gelmediği halde bu sektörün kredi borçlarını tahsil etmelerini emrettiğinde ise aldıkların yatların ve villaların para etmediğini görmüşler ama iş, işten geçmiştir.

Aslında öyle güzel işler yapıyoruz ki değerli dostlarım. Tam batılılar “Türkiye bu işi öğrendi” derken, profesyonellikle hiç ilgisi olmayan işler yaparak, bir çuval incirin içine ediyoruz. İşte Hakan Şükür olayı da bunlardan biri değil mi? Böyle devam ettiği sürece biz hep maçlara 1- 0 mağlup çıkacağız galiba..

Toparlarsak. Büyük şehirlerde yaşananları gördükçe halimize şükretmemiz gerekiyor. Bana göre tarım ve turizme dayalı gelirlerimize sahip çıkarak, içinde bulunduğumuz kriz dönemini atlatmada çok daha avantajlıyız. Aman bir süre harcamalarımıza/ işletmeler giderlerine dikkat edelim. Daha önümüzde Mart, Nisan, Mayıs gibi vergi ve seçim dönemleri var. Saygılarımla.

AHMET BAYBARS GÖĞEZ.

Bilgi paylaşınca güzel
X

Şifrenizi mi unuttunuz?

Bize Katılın