Demokrasiye geçişle birlikte devlet adamlığı mizacında değişik karakterlerin doğuşuna şahit olduk. Şeflik dönemini yaşayanların bu farklılığı daha da kolay anlayacağı şüphesizdir. Şeflik ekolünün icabı, genellikle üst kademedekilerin ağzından maazallah mukaddesata ait bir sözcük veya besmele çıkmaya görsün. Böyle bir suç! Anında merkeze ulaşır, “softa, şeriatçı, mürteci vs.” sıfatlarından biriyle damga yediği zaman gidiş o gidiş. En parlak devlet memuru bile bu şekilde felakete uğrayanın kimse yüzüne dahi bakmazdı. Aforozlunun toplum içinde kişiliğini koruması hiç de kolay bir iş değildi. Rejime, büyüklere, altı oka gazel okuyanların ikbali yükseldikçe, yükselirdi. O kabil yağcıların yanında laf kaçırmaktan insanın ödü patlardı.
Aralıksız 27 yıl birbirini izleyen baskılarla, sloganların gölgesinde haliyle rejimle kaynaşmış birkaç nesil yetişti. Sorulduğunda yeni rejimin oturması ve eski kötü alışkanlıklardan kurtulmak için gerekli olduğu söyleniyordu. Bu suretle çarkların dönmesi sağlama bağlanmıştı. Biraz Demirperde ülkelerinde ki durumu andırıyordu. Yıllar ilerledi, büyük savaş her cephede mütarekeyle son buldu, dünya kendine yeni bir kılıf aramaya koyuldu. Demokrasi cephesinin bizim tek partililerin kapısını çalmasıyla ortalıkta kendini belli etmeyen manevi susamışlık yüzeye çıkıverdi. 1946’da yapılan genel seçimlerde parlamentoya her ne kadar halkın seçtiği varsayılan kişiler girdiyse de 4 yıl daha uzatılan CHP iktidarına millet yeterince ikna olamamıştı. 14 Mayıs 1950’de yapılan ikinci seçimde önceden alınan hukuki tedbirler sayesinde hileye başvurma oranı asgari seviyeye indirildi ve şeflik dönemi bitti. Milletin sesine kulak vermeyi öğrenen D.P. iktidarı hemen ertesi gün Ezanı Muhammediye okutunca sanki yer, yerinden oynadı. Müslümanlar “Feth-i Mübin” heyecanıyla günlerce birbirini kutladı. 15 yıldır hasret kalınan bu ulvi sese kavuşmanın coşkusu gerçek bir mutluluk tablosu oluşturmuştu. Hani; “Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindi.” Bu slogan şimdi yalnız resmi binaların koridorlarında veya duvarlarında kalmıştır. Hak ile batılı birbirine karıştırmaktan asla vazgeçmeyen zihniyet acaba ne zaman milletin sağduyusuna saygılı olmayı öğrenecek?
Tahtından olan İsmet paşa ve şürekası kin, nefret ve intikamdan başka hiçbir şey düşünmüyordu artık. Maskeleri yırtılan şeflik diktasının peşini bırakmayan malum güruh dün olduğu gibi bugün de altı ok etrafında toplanmaya kararlıdır. Asılan tabela ne olursa olsun biz içerdeki icraata ve zihniyete bakarız. Başlangıçta “Halk iştirakiyyun fırkası” olarak tespit edilen isim, cumhuriyetin ilanından sonra kuşku uyandırır endişesiyle “Cumhuriyet halk fırkası” olarak değiştirilmiştir.
Ülke içinde ardı-arkası kesilmeyen olayların arkasında üst seviyede gizli kurmaylar vardır. Türkiye’yi tarassud (=gözetleme, izleme) altında tutan emperyalist güçlerin başında önceleri İngiltere vardı. İkinci dünya savaşını takiben bu yetkiyi ABD üstlenmiş ve faaliyet merkezi orası olmuştur. Taban kadrolara talimatı daima onların Türkiye’de ki temsilcileri verirler. Tabii bunlar perde arkasında işlerini yürütüyordu. Bu ağalık oyunu yalnız Türkiye üzerinde değil, Asya, Afrika ve Güney Amerika’nın zayıf ülkelerinde de ayniyle oynanmaktadır.
Süper ülkelerin siyasi potansiyelini belirleyen şu dört büyük güç onların dünya siyasetindeki aktif rolünü oluşturmaktadır; 1. Siyonizm ve Farmason teşkilatı. 2. Beş kıta üzerinde yerleşik şirketler. 3. Dünya kiliseler birliği. 4. Üstün teknoloji ve silah endüstrisi. Kökü bir türlü kazınamayan Mafia bile zaman, zaman 5’nci güç olabiliyor.
Bizdeki devlet adamlığı makamına uzun yıllar hiç yaklaşamayan dini terimlerin son yıllarda rahatça söylenir olması politikada fazlaca yer almaktadır. Çığırı Adnan MENDERES açmıştır. Müslüman kesim bunu son derece olumlu karşılamaktadır. CHP veya uydu partiler bu davranışları siyasi bir yatırım olarak değerlendirmekteler. CHP döneminin devlet adamlığında inanç ifade eden elfazın (=maskara) açıkça söylemesinin ne mana taşıdığına yazımın başında değinmiştim. Bu değişikliğin demokrasi dünyasına ayak uydurmak ve halkla beraber olma şeklinde mütalaa edilebiliriz ama onun tam zıddı davranışlara da tanık olmaktayız.
İyisiyle, kötüsüyle her olayın içinde muhakkak insan unsurunun varlığını görüyoruz. Bundan böyle şu veya bu mülahaza sebebiyle vakıaları mücerret yani insansız olarak değerlendirmemiz büyük hatadır. Bu iş ya korumaya veya korkuya dayanıyor demektir. Yakın tarihimiz bu gibi skandallarla doludur. Kaynak eserler arasında bile sıkça rastlanan çelişki ve tutarsızlık aynı bozuk zihniyetin göstergesi olmaktadır. Bilhassa Tanzimattan sonrasını içeren tarihi olaylarda şahıslar üzerinde açıkça spekülasyon yapıldığı inkar edilemez. Resmi ve gayri resmi kayıtlarda ortaya çıkan çelişkiler azımsanmayacak boyuttadır. Bu sorumlular yaptıkları ihanetlerin hesabını vermeden bu dünyadan çekip gitmişlerdir. Günümüz Türk aydınına geçmişin pisliklerini temizleyip tarihimizi gerçekçi verilere dayanılarak düzenlenmesi görevi düşmektedir. Beyni yıkanmış şer taraftarlarının buna engel olmaya çalışacaklarında kuşkumuz yok. Üzüntümüz sonsuzdur. Acaba bu milletin günahı neydi ki bozulan örf, adet, hukuk, tarih, dil ve kültürü karmakarışık edildiği halde buna bir çare bulunamıyor, yanlışlardan dönülemiyor.
Hasan Hakkı GÖĞEZ
10.05.1993