Sık, sık duyarız: “Hele bir bekleyelim bakalım zaman ne gösterir?” Bizi gevşemeye iten yüzlerce batıl teselliden sadece biridir bu. Zamana hükmetmesini bilmeyen kişi veya millet onun kendiliğinden bir şeyler getireceğine inanmışsa hiç merak etmesin, gelecek olan şey ya tezellüldür (=alçalmak) ya da pişmanlıktır.
Bizde hastalık bir, iki değil ki.! Yıllardır kendimizi hür düşüncenin ve demokrasinin yanı başında görürüz. Sütunlar dolusu yazı yazmakla veya seri konferanslar tertip etmekle bu aşamayı hak ettiğimizi sanırız. Batı ile zaman, zaman aramızda baş gösteren anlaşmazlığın esas nedeni hep aynı illettir. Saflık ve bilgisizlik. Doğru söze tahammül göstermek inceliğine, yani hoşgörüye sahipseniz her şeyi olduğu gibi kabul etmek zorundasınız. Gerçek olan şu ki; Biz birbirimizin gözünü kolayca boyadığımız gibi başkalarına da yutturacağımızı sanırız.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yaptığımız bir dizi inkılaplarla batılı dostlarımızın belli bir zaman içinde takdirini kazanmış ve alkışlanmıştık. Zira barış konferansında istediklerini almış, sonra da kapılarına gidip yardım talebinde bulunmamıştık. Bize yönelttikleri iltifatlarda amaçlarının çıkar olduğu kısa zamanda açığa çıkmıştır. Çünkü Türkiye hiçbir zaman onların pazarı olmaktan ileri gidememiştir. Zaman biraz daha ilerledi ve biz felçli ekonomimizi onların safına geçerek ayağa kaldırmak hevesine kapıldık. Fakat bu talep hiç de hoş karşılanmadı. Bizim siyasilerimiz bu meseleyi askeri pakta (Nato) kabulümüz gibi kolay oluverecek sanmışlardı. Batının kendi arasında kurduğu ekonomik bağın dibacesinde (=başlangıç, giriş, önsöz) her şeyden önce din ve dil birliği göz önünde tutulmuştur. Onların laiklik ve demokrasi anlayışında hiçbir zaman bunlar amaç dışı bırakılmamıştır. Bunu hesaba katmayan Türkiye, dış görünüşe aldanarak hayal kırıklığına uğradı. Ehli salip (=haçlı düşüncesi) zihniyetinin dimdik ayakta olduğuna bundan daha açık bir örnek göremeyiz. Onların bu tutum ve davranışını kınamaya hiç de hakkımız yoktur. Müslüman ülkeler adam olsun da aynı düşünce ve ülkü birliğini kendi aralarında kursunlar. Heyhaad ne gezer.!
Onlara kur yapmakla veya manevi değerlerimizden ödün vermekle yaranmamız mümkün değildir. Gerçek şu ki; Ortadoğu’da güçlü bir Türkiye’nin varlığı batı dünyasının işine gelmez. Adamlar her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda planlamış ve rayına oturtmuştur. İsrail devletinin teşekkülü (=kurulması) ve korunup desteklenmesi dahi rastgele oluşmuş bir olay değildir. Avrupa Birliği dışında görünen ABD’nin bölgede en güvenilir iler karakolu İsrail’dir. Türkiye’nin yedekte kalmasının nedeni budur. Ortadoğu siyasetinin nasıl ve ne maksada hizmet gayesiyle planlanmış olduğu başlı başına bir konudur. Şunu kesinlikle bilmiş olalım ki, stratejiler ekonomik çıkarlar doğrultusunda belirlenir. Ön safta görünen diplomasi, onun arkasında ki askeri harekat ve silah sanayinin aktörleri, perde arkasından isteklerini kabul ettirirler. Acaba bu şeytani ağın görünmeyen ipleri kimlerin elindedir?
Bağımsızlığına en ufak gölge düşürmek istemediğimiz Türkiye’nin resen, kendi iradesiyle varlığını sürdürdüğünü sanmak fazlaca saflık olsa gerek. Osmanlı devletini mecalsiz bırakıp hep birlikte üzerine çullanan batı ittifakı onun manevi mirasına sahip çıkmamıza dahi izin vermemiştir. Koca bir petrol denizinin üzerinde oturmuş ve İslam dünyasının liderliğini yapıyordu. Bin kusur sene süren haçlı saldırılarını göğüsleyen Türk-İslam sentezini yıkmak batı ittifakının temel felsefesini oluşturmuştur. Fırsat ele geçmişken o devlet hiç sağ bırakılır mıydı?
Eğri oturup doğru konuşalım. Cehaletimizin ve saflığımızın bize neler kaybettirdiğinin basit bir muhasebesini yaptığımızda ortaya korkunç bir gerçek çıkacaktır. Bu acıklı sonucun vebalini bizi yücelten dinimize yüklemekle en büyük haksızlığı yaptığımızı itiraf etmek zorundayız. Burnumuzun dibindeki Avrupa’da neler olup bittiğinden haberimiz olmamışsa, değişen dünya karşısında kendimizi yenilemeyip uyuduysak, cahil kesimin kara taassubunu, İslam’ın nurlu yolunda yok edemediysek bütün kabahatlerin sorumluluğunu nasıl dinimize yükleriz? Haçlı zihniyetinin (=düşüncesinin) bizden beklediği de buydu zaten. Nitekim emellerine nail oldular ve bizi maymuna çevirdiler. Onların ard niyetlerine boyun eğmenin mükafatı ne oldu? Benliğini yitirmiş, geri kalmış bir Türkiye. Emperyalist güçler bize oynadıkları oyunun her çeşidinden karlı çıkmışlardır. Arada bir kendilerine direttiğimiz zaman, Lisanı hal ile bize diyorlar ki; “Ya bu deveyi güdersin, ya da bu diyardan gidersin.”
Şimdi içine düştüğümüz bu kaostan kurtulmanın çaresi nedir, onu araştıralım; Önce son altmış sene içinde doğrularımız ve yanlışlarımızın bir bilançosunu çıkaralım. Bize lazım olanı bir tarafa, işe yaramayanı bir tarafa, zararlı olanları başka bir tarafa ayırmak suretiyle geniş kapsamlı bir ayıklama yapalım. Akabinde devletimizi ayakta tutacak tüm maddi ve manevi unsurları bir araya toplayarak, milli kalkınmamızda –plan, program ve zamanlamayı- içeren çok yönlü olarak kalkınmanın anayasasını hazırlayalım. Milli kültürü, milli hukuku, milli ekonomisi ile yepyeni bir Türkiye kuralım. Milletimizi aldatan ve ağlatan tüm köhnemiş mevzuattan arınmış, geleceğe güvenle bakan istikrarlı, itibarlı bir Türkiye. Bunun karşısında hiçbir şer unsur asla tutunamayacak ve başımıza bela olamayacaktır. Böyle bir inkılabı başaran bu millet, gerçek çağdaşlaşmanın ne olduğunu tüm dünyaya öğretecek, insanlık için yepyeni mutlu bir dönem başlatacaktır. Tarih şahidimizdir, insanlığın huzuruna ve saadetine en büyük hizmeti veren tek millet varsa o da asil Türk milletidir, başkası değil.
İşte zamana hükmetmek de budur. Var mısınız?
Hasan Hakkı GÖĞEZ