http://www.tarimhukuku.org/author/tarimhukuku/ sitesinde paylaşılmıştır.
Ezberlerden kurtulup, tersinden okuma alışkanlığımızı da kullanarak, zor bir konuyu yazmaya çalışacağız. O nedenle yazacaklarımızın dayanağını oluşturan kanun ve yönetmeliklerin özetlerinden bir mevzuat taraması yapacağım. Başlangıçta sıkıcı gelse de sağlıklı bir analiz için gerekli olduğunu düşünüyorum.
Hayvan üreticilerine “bir dokunup bin ah işittiğimiz” şikayetlerinin temelinde gübre ve yem fiyatlarının yüksekliğinin ardında “öğretilmiş çaresizliklerimiz” yatıyor aslında. Yapısal tedbirlerle saman, yem, karkas et vb. tarımsal ürünleri “paramız var ki ithal ediyoruz” mantığı yerine, bu ve benzeri ters okumalarla sorunları aşabilmemiz hiç de zor değil. Benim gibi fikri olan birçok kuruluş ve girişimcinin fikirleri dinlenmeli.
Sahibi ve işleticisi olduğu mezbahalar, su ürünleri ve meyve- sebze halleriyle YEREL YÖNETİMLER için çok fırsatlar var aslında bu çaresizliğimizi değiştirebilmek adına. Belki tüm Türkiye’de değilse bile kendi yöremiz ve beldemiz için değişimi başlatmak hiç de zor değil. Dünyada ki örnekler ve ülkemizde akademik çevrelerce hazırlanan raporlara da giren çözümlere yoğunlaşmak yeterli.
Hayvansal ve bitkisel atıkları hammadde olarak kullanarak, enerji üretimi (Biyogaz/ Biyokütle) ve sonrasında kompost- torf elde edebiliriz. Ekonomik olmayan sakatatlar, kan ve kemikleri toprağa gömüp üzerine kireç dökmek yerine, organik gübre ve hayvan yemi üretiminde kullanmayı neden düşünmüyor kimse? (Park ve bahçelerde ki budama ve çim biçme sonucu çıkan bitkisel atıkların da çöpe atılmadan sisteme entegre edilmesinin önemini de hatırlatmak isterim.)
Barınaklarda ki hayvanlara mama, park ve bahçelerde kullanmak üzere her yıl ihaleyle milyonlarca TL tutarında gübre almayı tercih etmek, öğretilmiş çaresizlik değilse nedir?
Hani “ithalatla yabancı çiftçileri zengin ediyoruz” diyoruz ya. Yerel yönetimler de ellerinde ki bu hammadde kaynaklarını itlaf ederek ve/veya yem ve gübre fabrikalarına bedavadan ucuza verip, kedi-köpek maması olarak geri satın alarak onları zengin ediyorlar. Kendi kullanımları/ ihtiyaçları hariç, tarımsal destek için satın gübre/ yem alıp köylüye dağıtanlar da var. Merak edenlerin EKAP ihale sonuçlarını incelemelerini öneririm.
İBB’nin Halk Ekmek fiyatını 1 TL yapması, Ankara BB’nin tohum desteği vermesi gibi örnek projeleri çoğaltabilmemiz mümkün.
Bu yazımın YERELDE KALKINMA konulu makalem ile birlikte okunması halinde, kademeli bir kalkınma modeli için kurumlar arası koordinasyona ve buna uygun yasal düzenlemelerin yapılmasının gerekliliğine çok daha fazla ihtiyacımızın olduğunu düşünüyorum.
Önleyici sağlık hizmeti açısından birinci kademe sağlık hizmetleriyle, hayvan hastanelerine bakış.
Gelişmiş ülkeler, sağlık kuruluşlarını ve ilaç tüketimini arttırmak yerine, hastalığa yakalanmamak için önleyici sağlık hizmetleri, temiz çevre ve gıda arz güvenliğinin denetimini önceliyor ve destekliyor.
Nüfusumuz 83 milyonu geçti. Misafir ettiğimiz mültecilerle birlikte 90 milyona yaklaştık. Onbin civarı ilk kademe aile sağlık merkezi, klinikler, özel ve kamu hastaneleri, üniversite araştırma hastaneleri ile enstitülerimiz var insan sağlığını korumak için. Hepsi Sağlık Bakanlığına bağlı. Sağlık çalışanları/ ordumuz, hayatları pahasına fedakârca hizmet veriyorlar. Ne kadar teşekkür etsek haklarını ödeyemeyiz.
“İkinci büyük canlı nüfusumuz” ise fark edilmese de TARIMSAL HAYVANLARIMIZDIR. Tam olarak sayısı bilinmiyor. Kulak küpesi ile kayıt altına alınma gayretlerine rağmen yarısına küpe takabildik mi bilemiyorum. (Kaçakçılık devam ettiği sürece biraz zor.) Yetkililer 55 (ellibeş) milyon büyük ve küçükbaş hayvanımız var diyor. Varsın biz de öyle kabul edelim. Yani kişi başına yaklaşık 0,6 hayvan düşüyor. 1980’de 1,7 hayvan düşüyordu oysa. (Et fiyatları neden eskiden daha ucuzdu diye soranlara bir bilgi notu.!)
İnsan sağlığı ve önleyici sağlık hizmetleri açısından çok önemli olan, et ve süt ürünleriyle, temel besin kaynağımız olan TARIMSAL HAYVANLAR için ilk kademe ve ikinci kademe sağlık hizmetleri nasıl veriliyor? Yeterince denetim yapılabiliyor mu? Daha etkili denetim ve sağlık hizmeti verilirse, hastalıkların önüne geçebilmek mümkün olabilir mi? Kafalarımız karışık..
Mevzuat ne diyor?
TARIMSAL HAYVAN HASTANELERİ YÖNETMELİĞİ ilk 05.11.1985’de “Özel Hayvan Hastaneleri Yönetmeliği” adıyla hazırlanmış. 08.05.1986’da 3285 sayılı “Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu” çıkartılmış. 19.04.1999’da “Hayvan Hastaneleri Kuruluş, Açılış, Çalışma ve Denetleme Yönetmeliği” yayınlansa da, 21.12.2011’de, 11.06.2010 ve 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu” Md. 11’e göre “Hayvan Hastaneleri Yönetmeliği” hazırlanarak eskiler iptal edilmiş. (03.04.2012 ve 08.07.2019’da değişiklikler var.)
27.12.2011’de RG- Resmi Gazetede yayınlanan ve hepsi BB, İl ve İlçe belediyelerine ait olduğu halde, genel olarak ihale ile işletmeciliği kısmen veya tümüyle özel şahıslara devredilen Mezbaha ve Kesim yerlerinin, “HAYVANSAL GIDALAR İÇİN ÖZEL HİJYEN KURALLARI YÖNETMELİĞİ” de aşağıda ki gerekçelere dayandırılarak, AB uyum yasaları çerçevesinde hazırlanarak, 05.01.2005 tarihli yönetmelik iptal edilmiş;
a) 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu Md; 8- 9- 22- 24- 27- 29- 30- 31- 32 ve 34 ile
b) 853/2004/EC sayılı Hayvansal Gıdaların Özel Hijyen Kurallarına İlişkin Avrupa Parlamentosu ve Konsey Tüzüğü.
“Üçüncü büyük canlı nüfusumuz” tam sayısı bilinmese de sahipli ve sahipsiz evcil hayvanlarımıza ait.
Örneğin İBB- İstanbul Büyükşehir Belediyesi Veteriner hizmetleri web sitesine göre İSTANBUL’da 5 Sahipsiz hayvan geçici (bahçeli) bakımevi/ Barınağı, 1 Hayvan Hastanesi ve Bakımevi ve 1 Hayvan Aşılama ve Tedavi Ünitesi var. 2020’de 39 ilçede sahipsiz 128.900 köpek, 162.970 kedi olup, 7/24 nöbetçi ekiplerle hizmet veriliyor. 83 Veteriner Hekim, 456 personel ve 34 hayvan nakil aracı var. (Neredeyse Şehir hastaneleri kadrosu kadar.) 73.295 tedavi, 44.333 aşılama, 21.254 kısırlaştırma yapılmış, 440 hayvan sahiplendirilmiş.
BB ve il belediyelerinin tümü ile ilçe belediyelerinin çoğunda benzeri barınaklar var. Özellikle sahipsiz evcil hayvanlar için işletilen bu barınaklar; 5216 sayılı BB kanunu, 5393 sayılı Belediye kanunu ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile Uygulama Yönetmeliğine göre hizmet veriyor.
Tarımsal hayvanlar ile evcil hayvan hastane ve klinikleri Tarım bakanlığına bağlı olarak çalışıyor.
Bakanlık web sitesinden aldığımız bilgilere göre;
18 üniversitenin veteriner fakültelerine bağlı hayvan hastanesi var.
Türkiye Jokey kulübünün ikisi Bursa’da 10 At hastanesi olup, sadece İBB’nin hayvan hastanesi ile Giresun damızlık sığır yetiştiricileri birliğinin birer adet Tarım Bakanlığı ruhsatlı hayvan hastanesi olduğu görülüyor.
Ankara’da 9, Antalya’da 6, Giresun’da 1, Eskişehir’de 1, İzmir’de 4, İstanbul’da 5, Kırklareli’de 1, Mersin’de 1, Muğla’da 1 ruhsatlı/ izinli 28 adet özel sektörce işletilen toplam 58 hayvan hastanesi var. (Bu arada birçok yerel yönetim, ruhsatı olmadığı halde evcil hayvanlar için hayvan hastanesi açmış.)
Ayrıca web sitesinde 7.328 adet ruhsatlı klinik ile “Afyon’da 2, Aydın’da 2, Antalya’da 2, Balıkesir’de 6, Burdur’da 3, Bursa’da 9, Hatay’da 1, Çanakkale’de 3, İstanbul’da 22, İzmir’de 11, Kayseri’de 1, Kırşehir’de 1, Kocaeli’de 2, Manisa’da 2, Muğla’da 1, Nevşehir’de 1, Osmaniye’de 1” tane olmak üzere 73 ruhsatlı özel poliklinik olduğu görülüyor.
Hatta salgın hastalıklar ve hayvan hastalıklarıyla ilgilenen veteriner teşhis ve analiz laboratuvarı ile çoğu Araştırma- kontrol Enstitüleri bünyesinde faaliyet gösteren 107 referans laboratuvarı var.
Ruhsatlı ev ve süs hayvanı satış noktaları 2.047 adet.
Mevzuat ve literatür taramamız bitti. Yavaş, yavaş konumuza dönelim isterseniz.
İkinci grupta yer alan TARIMSAL HAYVANLARA hizmet veren sağlık kuruluşları hakkında, insanlar için hizmet veren sağlık kuruluşları gibi aynı övgüleri ifade edemiyoruz. Tarım bakanlığı web sitesinden alıntıladığımız yukarıda ki bilgiler bize bazı ipuçları veriyor.
Üniversite hastaneleri genelde halka açık ve 7/24 hizmet vermeyen, eğitim ve araştırma hastanesi olsa da, bazıları mesai saatlerinde vatandaşlara da hizmet veriyor. Türkiye Jokey kulübünün hastaneleri de kendi ihtiyaçları için kullanılıyor. İBB’nin hastanesi sahipsiz evcil hayvanlara hizmet verdiğini açıkça ilan etmiş. 2020 sonu İstanbul sınırlarında yaklaşık 100.000 büyükbaş, 150.000 küçükbaş hayvan olduğu detaylı açıklansa da hizmet verme konusunda bilgi yok. Köylüler ve kooperatiflere seminerler verildiğinden söz ediliyor. Neden tarımsal hayvanlara da sağlık hizmeti vermeyi kimse düşünmemiş?
Her şehirde Büyükbaş ve Küçükbaş yetiştirici birlikleri olduğu halde, sadece Giresun ruhsatlı hastaneye sahip. Bazı şehirlerde de kurulduğunu duydum ama ruhsat alamamışlar ve/veya işletmecilik ile tahsilat sorunu yaşandığı için ayakta kalamıyorlar. (Antalya bunlardan birisi.)
28 özel hastanenin en azından yarısı evcil hayvanlara hizmet veriyordur. Adreslerinin şehir merkezinde olmasından anlaşılıyor. Mandayı Çankaya ve Kadıköy’e götürüp muayene ettiremeyiz herhalde..!!
7.328 kliniğin çoğu şahıs işletmesi olup, evcil hayvanlarla birlikte, köylünün hayvanlarına hizmet veren veterinerlerin kastedildiğini anlayabiliriz. Yani küçük tarımsal işletmelerimizin hayvanları veterinerlere emanet. Tabii ki 20-25 ve daha fazla büyükbaş hayvanı olan işletmeler, ekonomik gerekçeler ve hizmet kalitesi/ konforu açısından kadrolu veteriner (ler) bulundurmayı tercih ediyor.
Yerel yönetimler ile Büyük ve Küçükbaş Yetiştirme Birlikleri tarım ve hayvancılığa destek vermek adına işbirliği yaparak, neden HAYVAN HASTANELERİ ile yetiştiricilere destek vermiyor?
Bence köylünün en hayati sorunu; hayvanlarının muayenesi, dölleme, doğum, tırnak kesme vb. hizmetleri almak için veterinerin hizmet bedelini ödemekte zorlanmasıdır. Köylüye verilecek hastane hizmeti nakit yerine süt alımı karşılığı da verilebilir. Tarımsal kooperatiflerle abonelik anlaşmaları yapılarak, hayvan başına aylık/ yıllık aidatlar alarak da hizmet sunulabilir. Hatta genellikle bir sene sonra Büyük ve Küçükbaş hayvan yetiştirme birlikleri üzerinden ödenen hayvan destekleri karşılığı da hizmet verilebilir. Yani bir şekilde hayvan başına aylık/ yıllık aidatlar alarak, yerel yönetim kendi sigorta sistemini kurup, köylüye veterinerlere göre çok daha uygun tarifelerle 7/24 hizmet sunabilir. Böylece çiftçinin maliyetleri düşer, yerel yönetim de zaten istihdam ettiği veterinerler, sağlık teknisyenleri, araç -teçhizatlarını takviye ederek, sürekli gider kalemi olan hayvan hastanelerini, gelir getirici bir modele dönüştürebilir. Tabii ki Tarım bakanlığından ruhsat almak koşuluyla. Aksi halde kayıtlı olmayan veteriner ve sağlık kuruluşlarının yazdığı reçeteler için ilaç indirimi almak mümkün değil. Sorun mevzuat hazretleriyse aşılamaz mı? Yeter ki iyi niyet olsun.
Yerel yönetimlerin barınaklarda sahiplendiği hayvanların bakım, yem, personel, araç ve idari giderleri karşılığında gelir elde etmediği ancak toplumun tepkisinden çekindikleri için kapatamadıkları biliniyor.
Konunun asıl muhatabının Tarım bakanlığı ve Tarsim olduğunu biliyoruz. %50 devletçe sübvanse edilen Tarsim sadece hayat sigortası yapıyor. Muayenehane hizmeti veren doktorlardan alınan hizmet karşılığı, özel sağlık sigortalarının ödeme yapmaması gibi, ruhsatlı Hayvan hastaneleri kurulduğunda Tarsim mevzuatında yapılacak düzenlemeyle sağlık sigortası da verilebileceğini düşünüyorum.
21.12.2011’de (03.04.2012 ve 08.07.2019’da yapılan değişikliklerde.) yürürlüğe giren “Hayvan Hastaneleri Yönetmeliğinde”, çöp kovası bile düşünüldüğü halde, mobil araç(lar) olmaması çok garip. Kimler hazırlıyor bu yönetmelikleri? Bilindiği gibi insanlar hastaneye gider ama HAYVAN HASTANELERİ, mobil ekip ve araçlarıyla hayvanın bulunduğu yerde hizmet vermek zorundadır. İBB sokak hayvanları için kurduğu barınaklarda ki hizmetleri için bile 34 hayvan nakil aracı kullanıyormuş.
Diğer taraftan sahibi oldukları mezbaha, meyve-sebze hali ve su ürünleri hallerini kendileri işleterek, bazı üretim araç ve makineleriyle takviye edip “Hayvansal yan/ türev ürünler” elde edebilirler. Böylece tarıma destek için verdikleri yem, organik gübre, kompost ürünlerini neredeyse bedavaya mal ederken, barınakların ihtiyacı olan pet mamasını atıklardan çok daha düşük maliyetlerle elde edebilirler. Hatta park ve bahçelerde, varsa hayvanat bahçelerinde bu ürünler kullanılabilir. Biyogaz veya biokütle tesisleri kurulduğunda ihtiyaçları olan enerjiyi elde ederken, organik gübrede kullanılabilecek kompost da bedavaya gelir.
Paketlenerek pet mağazaları ve tüketicilere hayvan yemleri ve kompost ürünler satılabilir. Unlu mamuller üretirken, çok daha kolay üretilebilecek hayvansal türev ürünler için zorluk çekilmez herhalde.
Tarım bakanlığı web sitesinde yan/ türev ürünler elde edilmesi için işletmelerde ne gibi hijyenik kurallar gerektiği ve başvuru şartları ayrıntılı açıklanmış. Esasen mezbaha/ kesimhane için şartları sağladıktan sonra diğer şartları sağlamak hiç de zor değil.
Bence Yerel yönetimler tek başına ve/veya üniversitelerle “ortak proje kapsamında” daha etkin gıda arz güvenliği, aracılık ettiği hayvansal ürünlerin sağlığının kontrolü ve tarımsal üretim maliyetlerini düşürmek için “Veteriner Teşhis ve Analiz Laboratuvarları” da kurmalı. Tarım bakanlığı web sitesinde görüyoruz ki Bursa Tarım il müdürlüğü dışında 14 üniversitenin veteriner fakülteleri ile 18 özel sektör şirketi bu laboratuvarları kurmuş. Ancak hayvancılığın yaygın olduğu birçok il ile Trakya, doğu Anadolu, Samsun hariç Karadeniz bölgesi, Şanlıurfa hariç Güneydoğu, Ege ve Akdeniz bölgelerinde kurulu ve ruhsatlı laboratuvar yok.
Efendim, demek ki ihtiyaç yok, niye kurulsun diye savunmaya geçmek kabul edilemez.
Hallere gelen ürünlerin denetimiyle, yerel yönetimlerce yapılan gıda denetimlerinde bu laboratuvarlardan alınmış hijyen sertifikaları arandığı takdirde, tüketiciler çok daha sağlıklı ürünler tüketecektir. Bu denetimler sadece zabıta kontrolüyle yeterli ve etkili olamaz, olmuyor da zaten.
Sığır vebası, domuz vebası, deli dana hastalığı, kuş gribi vb. hastalıklardan sonra şimdi de Covid-19’un hayvanlardan kaynaklı olması, salgında ülkeler ve yerel yönetimlerin yaşadığı sosyal ve ekonomik çöküntülere bakınca, etkin denetim ve laboratuvar alt yapısına olan ihtiyaç daha fazla hissediliyor.
Anadolu’da “dur icat çıkartma” derler. Evet başta da söylediğimiz gibi önleyici sağlık hizmetlerinin toplum sağlığına katkısı, bakteriler ve mikroplarla savaş, tüketicileri sağlıklı gıdalarla buluşturarak hastalıkları kaynağında yok etmek konusunda mutabık olduğumuza göre, YEREL YÖNETİMLER de ellerinde ki olanakları kullanıp icat çıkartarak daha fazla inisyatif üstlenmelidir diye düşünüyorum. Böylelikle ancak sağlıklı nesiller yetiştirebilir, organik olmasa da ekolojik ve doğal gıdalara kavuşabiliriz.
Gerçek anlamda tarımsal destekten bahsetmek istiyorsak, öğretilmiş çaresizliklerimizden kurtulmak, zor da olsa maliyetlerimizi düşürmek ve geri kazanımla hizmetlerde verimliliği arttırmayı hedeflemeliyiz.
Sevgiler ve saygılar sunarım.
Ahmet Baybars GÖĞEZ