Geniş ve zengin imparatorluk topraklarına veda eden Türkler, daraltılmış bugünkü vatan toprağında sığınmaya mecbur bırakılmasına rağmen güçlükle elde ettiği bağımsızlık atıfetini (=lütuf) layıkıyla kullanamamaktadır. Hazırlıksız gittiğimiz Lozan’da önümüze sürülen fermanlar karşısında şaşkına dönüp barış belgelerini imzaladıktan sonra dahi stres bitmemiştir. Konferansta verilen savaş, heyete daha zor gelmişti. Alacakları yanlış kararları gerektiğinde cebren uygulamaya kararlı şefler, çıkardıkları bazı kanunlarla millet iradesine yeterince yer vermemişlerdir. 70 yıldır önümüze çıkan çelişki ve bunalımların asıl menşei herhalde o günlerin tasarruflarından başka şey değildi. Türkiye’de ki yetkili kurumlar hala gerçekleri tevil ve gizleme yolunu izlemektedirler. Artık dönüşü olmayan bir noktaya gelinmiştir. Dikkat etmezlerse tedbir diye kullandıkları kötü taktikler bir gün onları da altına alabilir.
Dünün istilacılarının talimatlarını yerine getirmeyi icraat sayanlar, sivil yönetimde verdikleri açıkları milletin sırtına yüklemek zorunda kalmasınlar da… Maskeli düşmanlarımız uyguladıkları planlı ve koordineli siyasetleriyle gayet emin ve rahattılar. Bizimkilerin niyetinin beklediklerinin bir fersah ilerisinde olduğunu gördükçe onlara takdir ve övgüler yağdırıyorlardı. Kuşkular ortadan kalkınca da Avam kamarasında şu müjde veriliyordu; “Asıl bundan sonradır ki Türkler bir daha bellerini doğrultamayacak ve eski şevketlerine erişemeyeceklerdir. Zira biz onların manevi desteklerini çökerttik.” Bu acı itirafa inanmayan varsa gitsin de İngiliz parlamentosunun zabıtlarını karıştırsın.
O gün bu gündür Türkiye’nin iç ve dış politikasında en ufak bir inhiraf (= sapma, eğilme) olmamıştır. Bu gidişle nesillere ağızdan, ağıza aktarılan şu iki slogandan başka bir şey bırakılmayacaktır; “Yurtta barış, dünyada barış.” “Ülkesiyle, milletiyle bölünmezlik ilkesi.”
Zavallı millet seçimlerde iktidarları değiştirir, belki daha iyisi gelir umuduyla ama heyhad, sağcısıyla ve solcusuyla kafa yapısı aynı adamlar çıkar karşısına.
İrili, ufaklı bütün milletler kilisenin öncülüğünde gençliğin kafasına her türlü milliyetçi fikirleri yerleştirirler. Hiç kimse bundan kuşku duymaz ve şikayetçi olmaz. Çünkü onlara göre bu bir teamüldür. Bizim eğitim kurumlarında buna asla önem verilmez, aksine “dünya barışından”, “herkesle kardeşçe yaşamaktan” bahsedilir. Bu kozmopolit ve uyuşturucu fikrin mucidi zannederim şair Tevfik Fikret olabilir. Yazdığı şiirlerin birinde; “Vatan ruy-i zemin, milletim nev-i beşer.” Demiştir. Bu derece milliyetsiz bir sözün sahibi yine de milli şairdir. Buna gelinceye kadar daha kimler milli olmamış ki!
Bu topraklar üzerinde kurulması istenen “Büyük Türkiye” idealine karşı en ciddi engel aile yapımıza ve eğitime vurulan ağır darbedir. Alt yapıya sahip olmak için önce bu iki müesseseyi kurtarmak şarttır. Çünkü vasıflı insan unsurunu kazanmak bu iki müessesenin kurtarılmasına bağlıdır. Ortalığı öyle müptezel (=değerini yitirmiş), öyle sefil bir zihniyet kaplamış ki her geçen gün bizi biraz daha bataklığın dibine çekmektedir. Mecburiyetler insanları yeni formüller bulmaya zorlar. Acaba bizim önümüze hangi tür mecburiyet çıksın ki fazla hasara uğramadan musibeti önlemiş olalım.
Asırların yığdığı cahiliyet devri pisliğinden önce Arap’ı, sonra tüm insanlığı kurtaran kişi Allah resulüdür. Dünya şimdi korkunç bir buhranın tehdidi altındadır. Türkiye devamlı kabaran coğrafi, ekonomik ve ahlaki problemlerinde bu buhrandan kendini nasıl kurtaracaktır? Dünya yeni bir peygamber görmeyeceğine göre kurtuluş için o şanlı peygamberin ipine sarılmaktan başka çare yoktur. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Bu meselede olmak da var, ölmek de. Her çeşit rejim ve tedbir yolları denenmiştir. Allah’ın nazarı (=bakışı) şaşkın ve aciz insan üzerindedir. Vereceği karar onu ya mahvedecek, ya da selamete çıkartacaktır.
Türkiye’de her şey köksüz ve eğreti. Tabir caizse gecekondu demek daha yerinde olur. Seçimler tam bir karnaval havasında. Bu hava içinde iş başına gelenlerde devlet adamlığı vakar ve ciddiyeti ummak saflıktan öte aptallıktır. Parlamento, koca çocukların oyun veya kavga arenası olmuştur. Sonra da; “Yüce meclisin saygınlığına şöyle, böyle söylendi” diye sızlanmalar duyarız. Her şey son derece komik ve berbat gidiyor. Bu milletin iki yakasını bir araya getirecek ve doğru işleyen neremiz var?
Sıralamaya başlarsam yazı uzayacak. Sözü bitirmesine bitireceğim ama her gün aleyhimize çalışan zamanı kim durduracak?
Hasan Hakkı GÖĞEZ
1992- KÜÇÜKYALI