Milliyetçiliğin temel öğesini= konusunu Vatan, Millet, Bayrak ve Din kavramları birlikte oluşturur. Bunların kudsi= kutsal varlığına gölge düşürmemesi için fertler= bireyler, aralarında kenetlenir ve tek yumruk haline gelirler. Saydığımız bu dört unsur kesinlikle birbirinden ayrılmazlar.
Her milletin dostu da vardır, düşmanı da. Bir de başkalarına rahat vermemeyi prensip edinen bazı milletler vardır. Bunlar hasım= düşman olarak telakki ettikleri= değerlendirdikleri, genellikle komşu ülkelere karşı, gençlerine düşmanca fikirler aşılar. Beşinci kol faaliyetlerini yoğunlaştırarak, hasımların birlik ve düzenlerini akıl almaz hilelerle yıkmaya uğraşırlar. Bu gibi saldırganlık eğilimi gösterenlere fanatik veya şöven denir.
Türkiye’nin sınır komşuları arasında bu tipte olanlar hepimizce malum. Nedeni şu; Uzun yıllar Türk hakimiyeti altında yaşamış olmanın verdiği aşağılık duygusu ile güçlü bir Türkiye’nin kendileri için tehdit unsuru olma ihtimali.
Bir de yayılma politikalarında bizi hedefe koymuş olanlar var. Rusya ve Yunanistan gibi.
Çarlık Rusya’sının yayılmacı siyaseti olanca ağırlığı ile Türkiye’ye yönelikti. Niyetlerini Panslavizm ile Ortodoks cemaatini himaye şeklinde kamufle ediyorlardı. Vaktaki 1917 ihtilalinden sonra idareyi Bolşevikler ellerine geçirince taktik değiştirdiler. Irkçılığa ve dinciliğe karşı olan komünist Rusya, bu sefer de rejimini yayma bahanesiyle, çarlık döneminden kalma yayılmacı siyasetlerini devam ettirmeye çalıştılar.
Yunan’a gelince; Onun siyasetini Ortodoks kilisesi tanzim ve tayin eder= düzenler. Patrik ve Piskoposlar mükemmel bir politikacı olarak yetiştirilirler. Ortodoks camiasında papaz yetiştiren en muteber= etkin okul ise Heybeliada Ruhban okuludur. Megalo İdea= Megali İdea dedikleri, İstanbul’u ve Türkiye’nin batısını ele geçirip bir Grek İmparatorluğu kurmak veya Bizans’ı yeniden tarih sahnesine çıkarmaktır.
Olur mu olmaz mı meselesi şimdilik bir kenarda duruversin, adamlar nesillerine fikri dinamizm kazandırmak için doğrudan Türk düşmanlığı olan Megalo İdea’yı inatla aşılıyorlar. Bu beyin yıkama işi doğrudan kiliseye aittir. Fanatik papazlar din kisvesi altında siyaset yapan hahamlara benziyorlar.
Yakın geçmişte bizi içerden vurmaya amaçlayan “Etnik- i Eterya ve Mavri Mira cemiyetlerini” yönetenler hep bu kara cübbelilerdi.
Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhaki= katılması için çalışan Makarios da din kisvesi altında bu işi üstlenmiş ve aynı kılığıyla cumhurbaşkanlığı makamına oturmuştur. Bu teokratik idareye batıdan ses çıkartan olmamıştır, aksine AB’ye kabul edilerek ödüllendirilmişlerdir. Bizde ise din ile devlet işleri karıştırılmamalı kuralı vardır.
İşin içine Ehl- i salip kafası= Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak düşüncesi ve mantığı girince, telakkiler= anlayış bir anda değişiveriyor. Hatta Ortodoks- Katolik ayrımı dahi ortadan kalkıyor. Değil mi ki kendileri Hristiyan ve karşısında hesaplaşılan Müslüman Türk.!
İşte bunun karşısında şuurlu= bilinçli bir milliyetçilik anlayışı durabilir.
Biz dünya barışını neredeyse tek başımıza omuzlamaya kalkışacak kadar zavallı bir milletiz. Dünya barışı ile tutuşan kalplerimiz!, ordularımızı taa Kore savaşlarına sevk etmeye= göndermeye bile neden olmuştur. Aman Allah’ım güçsüz olmak, başkalarına ram olmak= boyun eğmek ne kötü bir şeymiş!
Bir ara Kore’den Türkiye’ye radyo yayını yapılması sağlanmıştı. Oradaki Türk komutanı askerine soruyor;
“Oğlum buraya niçin geldin?
Birleşmiş milletler ideali için geldim komutanım!”
Bu ezberletilmiş cevap “aferin” alıyor. Tabii ki bu uydurukça ideali benimseyen Türkiye’de yıl 1965.
Sonra ne oluyor?
Newyork valisi Averell Harriman Makarios’u Amerika’ya davet ederek bizi çılgına çeviriyor. Türk radyoları durmadan valiye Türk halkının lanetini yağdırıyor. Kore’de alınan nişan ve madalyalar Amerikan elçiliğine postalanıyor.
Şuurlu bir milliyetçilikte ölçü hâkim olmalıdır. Böylesine protestolara asla meydan= ödün verilmez. Şayet bilinçli olmakla, bilinçsiz olmanın farkını anladıysak, bu ders bize yeter.
Halkımız Milli şuur üzerine yeterince eğitilmemiştir. Bu noksan tarafımızın maddi ve manevi yönden bize pek çok zararı dokunmuştur. Tahrikle çabuk galeyana geliyoruz. Adeta kendi çulunu yırtan deliye dönüyoruz.
1955 yılının 6- 7 Eylül olayları, eski dönemin 31 Mart vakaları hep aynı zayıf iradenin ürünüdürler. Bu halimizi çok iyi bilen düşmanlarımız, her fırsatta bu zayıf tarafımızdan yararlanmaya devam edeceklerdir.
Bizler bu güzel vatanda akıllı- fikirli bir millet olmak zorundayız. Becerebiliyorsak bu kızgınlıklarımıza neden olan olayların gelişimine izin vermememiz gerekir.
Şu yazdıklarım hep aynı duygu ve düşünceyi yansıtmaktadır. Noksan taraflarımız ve boşluklar o kadar çok ki, nasıl bunun üstesinden gelebileceğimizi düşünemiyorum.
Şurası bir gerçek ki, sokaklara dökülüp çılgın gösteriler ve şamata yapmanın milliyetçilikle hiçbir ilgisi yoktur. Arap kültüründe bu hastalık daha belirgindir. Ancak soğukkanlı davrananlar bu işten karlı çıkıyorlar. Aşırı gösterilere sahne olan futbol maçları da asrın hastalığına esir oldu. Deşarj olmanın sınırı aşılınca bu sefer sahadan cesetler toplandığına şahit oluyoruz. Bu delicesine çılgınlıklar maalesef bütün dünyayı sarmıştır.
Ülkelerin büyüklüğü sınırlarının genişliği ve nüfusunun çokluğu ile ölçülmüyor. İlim, teknik, halkın sahip olduğu kültür ve refah seviyesi uluslararası puanlamada kaçıncı sırayı gösteriyorsa büyüklük ve küçüklük o zaman belli oluyor. İsveç ve İsviçre toprak ve nüfus bakımından Avrupa’nın küçük ülkeleri arasında sayılsalar da sahip oldukları kültür ve refah seviyesi ile ilk sıralardalar. Yıllardır peşinde koştuğumuz Avrupa Birliğinde Lüksemburg dükalığı eşit hakka sahiptir. Bu minik ülke 350.000 nüfusu ile önümüze geçmiştir ve kimse ona NATO’ya katkın nedir diye sormaz. Milliyetçilikte basit gibi görülen bu tip göstergelere de dikkat etmek gerekir.
Türkiye’yi yönetenler ülkeye girecek yabancı sermayenin ne iş yapıp, kime ne satacağına hiç aldırış etmez. Yeter ki sermaye girsin. Hatta beş girmiş, yirmi beş çıkmış önemli değildir.
TV reklamlarına dikkatle bakıldığında, ülkemizde faaliyet gösteren yabancı firmaların ürettiği mallar arasında neler yok! Margarinler, kolalar, çikletler, sabunlar, şampuanlar, kozmetik ürünleri ve daha bir çoğu.. Özellikle sigara ve kola reklamları çok pervasızca yapılıyor.
Omuzunda tuttuğu ipiyle caddelerimizin en mutena= seçkin yerinde boy gösteren dev kovboy kökenlilerin posterlerini yerlerinden söküp atmak da milliyetçiliğin bir görevidir. Türkiye’nin bir ABD mandası gibi salmalık yapılmasına göz yummak milliyetçiliği öldürür. Burası ne bir Uganda, ne de Habeşistan’dır.
TV’de gösterilen dizilerin çoğu ABD menşelidir. Bundan daha rahat propaganda olmaz. Üstelik paralar da gidiyor. Bu da cabası.
Manevi yönden herifler bizi mum gibi eritiyorlar. Madalyonun arkasına dikkatle baktığımızda gizli devletin maskeli suratını görmek mümkün değil. Türk insanının idrakini işte böylesine budaya, budaya günün birinde kendimizi bile tanıyamayacak duruma düşeceğiz. Bundan kimse endişe etmesin.
TL’nin erimesine göz yuman zihniyete, milli paranın yırtılıp- karalanması her halde bir şey anlatmıyor. Yarın bir gün içimize sokulan Türk düşmanlarının kendi vatanımızda ve gözlerimizin önünde Türk bayrağını ayaklar altında çiğneyip, rahatça savuştuklarını görürsek ona da kimse şaşmasın! Çünkü milli hisleri nasırlaşanlar bu sefer de; tepki göstermenin efendiliğe aykırı olduğunu savunacaklardır.
ABD gibi karma karışık, kocaman bir süper ülkenin kozmopolit insanlarının her gittikleri yerde Amerika’lı olmanın onurunu taşımalarına rağmen, Türk insanının gittikçe bu asil duyguyu sollama eğilimi göstermesi çok, hem de pek çok üzücüdür. Yabancı ülkelere topluca resmi ziyarette bulunan parlamenterlerin, bürokratların zaman, zaman basına akseden= yansıyan skandalları bizdeki hastalığın hiç de hafif cinsten olmadığının kesin delilidir.
Milliyetçiliğin ne olduğunu mutlaka okullarımızda belli bir program ve sistem dahilinde çocuklarımıza okutmalıyız. Ona boş verir, berikine dudak kıvırırsak emin olunuz, nesillerimizi kendi milli değerlerimiz ve dinsizliğimizle mahvetmiş oluruz.
HASAN HAKKI GÖĞEZ
1995 İSTANBUL
Dini tümcelerden çıkarırsanız, öz olarak barış, sevgi, ahlak, dostluk ve kardeşlik kalır.
Babam milliyetçi ve muhafazakar bir kişiydi. Onun yazıda kendince yaptığı yorumu izni olmadan kaldıramam. Bu da mümkün değil. Rahmetli oldu.