1. MEVCUT DURUMUN ANALİZİ.

KKKŞ- KAMU KAYNAĞI KULLANAN ŞİRKETLER kuruluş esnasında bakanlar kurulu iznine ihtiyaç duyulması dışında, eski veya yeni Türk Ticaret Kanununa (TTK) göre bildiğimiz A.Ş. ve Ltd. Şirketler gibi kurulup yönetilirler. Ancak 19.12.2010 tarihli RG- Resmi Gazetede yayınlanan 6085 sayılı Sayıştay kanunu ile KKKŞ’lerin” denetimine Sayıştay boyutu da eklenmiştir.

Gerek 6772 sayılı TTK, gerekse 14.02.2011 tarihli R.G. de yayınlanarak, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı YTTK göre, KKKŞ’nin muhasebe denetimi, “01.07.2012 tarihinden itibaren TMS- Türk Muhasebe Sistemine uygun olarak, TDMS- Tek Düzen Muhasebe Sistemine göre tutulacak kayıtlardan yapılacaktır” denilmektedir. Daha önce neden farklı yapıldığı da ayrı bir merak ve inceleme konusudur.

Bazı kesimlerce amaçları, işlevleri, yönetim ve denetim şekilleri eleştirilen KKKŞ’nin, belediye alımlarında, ihale yasasına karşı hülle yapmak ve belediyelere örtülü harcama kaynağı yaratmak gibi işlevler üstlendiğini Sayın Necati DOĞRU bir köşe yazısında kamuoyu ile paylaşmıştı. Hatta 2008 de İBB 5 milyar 442 milyon TL. harcarken, İBB ye ait 22 şirketin harcama toplamı 5 milyar 565 milyon TL olmuştur. İşte bu ve benzeri iddialara karşı bu uygulamanın, yeterli bir tedbir olup olmayacağını zaman gösterecektir.

İlk bakışta olumlu gibi görünen bu uygulamanın başarısı hiç şüphesiz, şirketlerin yönetim ve denetim kurulları tarafından yapılacak iç denetimlerden başlanarak, aşağıda sözünü edeceğimiz üst denetim kurum ve kuruluşlarının etkili ve zamanında yapacakları denetimler sayesinde hayat bulacaktır. Yok eğer bilanço ve mali tablolarda ki hatalar, örneğin Sayıştay tarafından yapılan denetimlerle, birkaç yıl sonra ortaya çıkacak ve sorumlular çoktan değişmiş veya “atı alan Üsküdar’ı geçmişse”, yapılan denetimin hiçbir yararı olmayacaktır. Bulunan hataların sorumlu yöneticilere rücu ettirilmemesi de denetimlerin etkinliğini ve amacını tartışılır kılacaktır.

Deneyimlerimiz ve etkin uygulama tekniklerinden çıkartılan sonuçlara göre, tercih edilen en sağlıklı denetim yöntemi için “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur”; Yeminli Mali Müşavir raporu, Uluslararası Mali Denetim Kuruluşlarının incelemesi ve SPK denetimi gibi herkesin bildiği tanıdık yöntemler tercih edilmelidir.

Halen KKKŞ’nin denetiminden sorumlu kurum ve kuruluşlar;

  1. Sermaye şirketi olmaları nedeniyle, TTK’nun 274 ve 556 ncı maddelerine göre kurulan A.Ş. ve Ltd. Şti. denetiminde olduğu gibi, KKKŞ’lerin hesap ve işlemleri; Res’en, ortakların ve üçüncü kişilerin istem ve şikayetleri veya adli mercilerin talebi üzerine Sanayi Bakakanlığı Müfettişlerince incelenebilir.
  2. Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından denetlenebilir.
  3. Maliye bakanlığınca vergi, SGK da sosyal güvenlik ve iş güvenliği konularında denetim yapabilir.
  4. Faaliyet gösterdikleri alanlara göre (Gıda, hayvancılık v.b.) sağlık bakanlığı ile Tarım ve hayvancılık bakanlığı tarafından denetlenebilirler.
  5. Doğrudan ve dolaylı olarak kamu payı %50 den fazla olan KKKŞ de, Kamu kurum ve kuruluşlarınca bu şirketlere aktarılan kamu kaynağının etkili, ekonomik ve verimli kullanımının denetimi Sayıştay’a verilmiştir. %50 den az ortaklık payı olan KKKŞ’de ise ortaklık haklarının denetimi yine Sayıştay tarafından yapılmaktadır.

“Fazla denetim, denetimsizlik doğurur” kuralı KKKŞ’leri için de geçerlidir dersek pek yanılmayız. Uygulamada denetimden fazla hoşlanmayan yöneticilerin yanında, ilk 4 maddede yazılı denetimlerin sıklık ve etkinliğinin, KKKŞ’nin iktidar partisi belediyesine ait olup, olmadığına göre değiştiğini söylersek sanırım hata yapmayız.

%10- 12 performansla yapılan Sayıştay denetimlerinin (2012- 2018 dönemi ortalaması %24- 25), TBMM’nin KİT denetiminden farklı olmadığını, her biri sermaye şirketi olan bu kuruluşların yapılan denetimlerinde, kamu zararına yönelik olumsuz bir rapor çıkması halinde, yıllarca sürecek bir dizi soruşturmanın sonuçlarını beklemenin, sermayenin korunması ve caydırıcılık yönünden ne kadar etkisiz olduğu ve lüzumsuz formaliteler içerdiği de ortadadır. 6085 say. Sayıştay kanunu Md. 38’in fıkralarında bu süreç detaylı olarak anlatılmaktadır.

  1. PEKİ NASIL DENETLEMELİ?

Bunun cevabından önce, KKKŞ’nin ne kadar gerekli olduğu, nasıl kuruldukları, nasıl yönetildikleri ve kuruluş amaçlarını gerçekleştirdikten sonra misyonlarını nasıl tamamladıkları konularına biraz göz atmak gerekir.

Öncelikle nasıl bir tablo ile karşı, karşıya olduğumuzu görmemiz lazım. İBB’nin 22 (2021’de 28 şirket 2 iştirak), Ankara BB’nin 16, İzmir BB’nin 11, Eskişehir BB’sinin 10, Kayseri BB’nin 12, Bursa BB’nin 7 şirket ile başı çektiği belediye şirketleri toplamının 170 civarında olduğu, İl özel idarelerinin % 15 ve daha fazla ortaklık payına sahip oldukları faal şirket sayısının da 160 civarında olduğu bilinmektedir. (Gayri faal olanlarla birlikte 300 den fazla.) KİT’ler ile belediye ve özel idarelerin, bakanlar kurulundan izinli veya izinsiz olarak faaliyet gösteren ulaşım, turizm, plaj, huzurevi, hal, hayvan pazarı v.b. işletmeleri bu sayıya dahil değildir. (696 sayılı KHK ile taşeron hizmetleri için kurulan şirketler ve yeni kurulanlar ile 2021’de 3.000 civarı, bütçe içi işletmelerle 4.000 civarı olduğu düşünülüyor.)

Anlaşılıyor ki karşımızda 370 civarında şirketi ile ülke ekonomisine hayat veren, toplanan verginin ¼ ünden fazlasının tahsil edildiği İMKB şirketlerinin sayısına yakın, 330 civarında KKKŞ faaliyet göstermektedir. Ayrıntılı olarak ciro ve mali büyüklüklerine ulaşamamakla birlikte, bu şirketlerin arasında İMKB- 10 içine girebilecek ticari performansta ki şirketlerle, İMKB- 100 içine girebilecek performansa sahip 20 ye yakın şirket olduğu tahmin edilmektedir.

SPK ve İMKB başkanları ile hazineden sorumlu başbakan yardımcımız, gümrük ve ticaret bakanımız, maliye bakanımız, çalışma bakanımız ve ilgili diğer bakanlık ve kuruluşlarımıza, önlerinde duran bu dev fırsatı sunmak ve ikincil İMKB piyasası olarak da değerlendirmek üzere, aşağıda örnekler vererek açıklayacağım gerekçelerle, tüm KKKŞ’nin SPK denetimine alınmasını öneriyorum. Böylelikle ülkemizde eksikliği sürekli vurgulanan sermaye piyasasına derinlik kazandırmak ve vergiye kaynağında ulaşmak açısından da büyük bir fırsat yakalanmış olacaktır. Çalışanlarının %100 üne yakınının kayıtlı ve bir kısmının da sendikalı olduğu bu şirketleri değerlendirmenin ülke ekonomisine sinerjik katkılar sağlayacağını da düşünüyorum.

KKKŞ’ler özel idare yöneticileri ve belediye başkanlarının seçildiklerinde veya atandıklarında yanlarında getirmeyip, adı üstünde tasarruf edilen Kamu Kaynaklarını Kullanarak, vatandaşların ihtiyaçlarını gidermek üzere, çoğu kez de pozitif ayrımcılık yapılarak ve rekabet kurallarına aykırı olarak kurulmuşlardır.

Amaç kamu yararı olduğu sürece bu ayrıcalıklardan kimse şikayetçi olmaz. Ancak zamanla şirketler büyüyüp, geliştiğinde, şirketlerin sermaye yapıları ve karlılıkları artar ama biz vergi rekortmenleri arasında bu şirketlerden hiçbirini göremeyiz.

Yönetim kurullarına atanan yönetim kurulu üyeleri ile denetçilerin, birçok KKKŞ’de liyakat yerine biat kültürü ile idareye yakın kişiler arasından seçilmesine özen gösterilir!! Önemli olan yüksek cirolar yaparak, yüksek karlar elde edilmesi ve vergi rekortmeni olmak değildir. Hatta bu şirketlerin satış değerinin İMKB 100 seviyesinde olduğunu öğrendiğimizde şaşırıp kalırız. İDO 861.000.000 USD ile buna örnektir. Halen özelleştirilme aşamasında olan bazı belediye şirketlerinin piyasa değerlerinin ise İMKB 30 içinde ki şirketlerin eşdeğeri olduğu da bir sır değildir. Aslında şaşırılması gereken bu denli stratejik şirketlerin, eş– dost– akraba– partili ve tanıdıklardan oluşan kişiler tarafından, yeterli olup olmadıklarına bakılmaksızın, yönetim ve denetim kurulları üyeleri ile müdürlerine ödenen yüksek ücretler ve huzur haklarıdır. Bu sadece filanca partiye ait belediye şirketinin sorunu değildir. Çok az istisnalarla, maalesef tüm Türkiye çapında ve geçmişten bugüne yaşanan genel bir rahatsızlık olup internette yapılacak küçük bir araştırma sonrasında, bu görüşlerimi doğrulayan onlarca örnek bulunabilir.

Bu büyüklüklere erişmiş şirketlerin sadece yurt içi değil, yurt dışı kurum ve şirketlerle de ticari işbirliği içinde olmaları gerekir. O halde hata yapmamak ve şirketin değerlerini korumak adına, 2- 3 kişilik sıradan denetçi yerine, YMM ve Uluslararası mali denetim şirketleri gibi her durumda kabul gören, TMS göre ve TDMS çerçevesinde hazırlanan mali tablolara ihtiyaç duyulacağını ve uluslar arası yönetim ilkelerine göre yönetilmeleri gerektiğini düşünüyorum.

  1. BİR ÖZELLEŞTİRME MODELİ OLARAK İDO.

Bu inceleme yazımda zaman, zaman İDO’dan örnek vermemin asıl nedeni, herhangi bir ithamda bulunmak için değil, kamuoyu tarafından bilinen ve yakın tarihte, yüksek bedelle hisse devri yapılmış olması nedeniyle yazımıza örnek olabilecek birçok konuyu kapsayan gelişmelerin yaşanmış olması yüzündendir.

Yukarıda açıkladığımız gibi KKKŞ’nin, kamu maliyesi açısından da önemi büyük olmalıdır. 2010 yılında 71.000.000 TL. kar ettiği internette yapılacak küçük bir araştırma ile rahatça bulunabilen İDO, 2010 yılı vergi rekortmenleri arasında Anadolu Efes şirketinden hemen sonra 25’nci sırada olması gerekirken, ilk 100 şirket arasında dahi yoktur. Olmamasının ne gibi haklı gerekçeleri olduğu, yukarıda yazılı denetimden sorumlu kurumlar tarafından yapılacak incelemeler sonrasında istenirse açıklanabilir. Ancak ihale şartnamesinde satışa konu şirket hakkında verilen bilgilerde, çok daha yüksek kar beklentisi olduğu yazılıydı. Yatırımcı şu hesabı yapar; “Eğer bu ihaleye girip de İDO’yu satın alırsam, şu kadar kar edeceğime göre, ödediğim paramı, şu kadar yıl sonra geri alabilirim.”

Bunun yanında hisse satışı- özelleştirme sonrasında, tahsil edilen 861.000.000 USD gelirin, ortaklarca paylaşımı ile ne gibi gelir ve kurumsal vergi yükümlülükleri ortaya çıkmış olduğunu da bilemiyoruz. (Eğer hisse ilmühaberleri basıldıysa muaf olabilirler. Basıldı mı acaba?) Ortada eski parayla katrilyonun üstünde satış rakamı ve trilyonluk karlar uçuşuyor ama söz konusu olan İBB şirketi olduğu için muhtemelen kayıtlara geçen bir denetim veya inceleme yok gibi. Ben İBB başkanının yerinde olsam, kimse istemese de, en azından bir YMM’e rapor hazırlatıp, cebime koyardım.

Diyelim ki Sayıştay bunu inceledi (Satış tarihi 08.04.2011 olduğuna göre Sayıştay inceleyebilir.) ve gözden kaçan bir şeyler olduğunu gördü. Ne zaman sonuçlanacak? Maliye bakanlığı zaten görmüş olması lazım. Bu denli kamuoyunun gözü önünde ve yüksek rakamlara yapılan bir satış işlemi denetlenmez mi?

Efendim bu para İBB’ye gitti, hizmet yapılıyor. Neyin peşindesin?

O başka. Zaten İBB ye gidecekti. Eğer SPK denetimiyle bu satış yapılmış olsaydı, daha iyi olmaz mıydı? Eğer varsa tahsil edilecek vergiyle de hizmet yapılmayacak mıydı?

Peki bu arada BELTUR kafeleri vardı, iskelelerde ve gemilerde. Onlar nereye gitti? Şeytanın avukatlığına soyunmuyorum ama aklıma bazı sorular takılmıyor da değil hani!! Bu vesileyle paylaşmak istiyorum.

BELTUR, İDO’nun kiracısıydı da, 2005 den bu yana İDO’ya kira mı ödüyordu?

Yok eğer BELTUR kafeler ihale şartnamesi dışındaysa, neden yerlerini konsorsiyumun şirketlerine bıraktı?

Yoksa konsorsiyum, BELTUR’a kafeleri kendisine devrettiği için ihale bedeli dışında ayrıca bir devir bedeli mi ödedi? Yani küçük bir özelleştirme daha mı yaşandı da biz duymadık? Doğruysa bu bedel muhasebe kayıtlarına geçirildi mi? Yoksa özelleştirme gelirinden BELTUR’a ayrıca bir pay mı ödendi?

İDO ile İstanbul Defterdarlığı arasında hazine arazilerinin kullanımı, kiralanması ve kira gelirinin paylaşılması konusunda imzalanan, 06.08.2004 tarih ve 588 sayılı protokolün süresi 10 yıl. Bu protokol yeni konsorsiyuma ne gibi kullanım ve devir hakları veriyor acaba? Çünkü defterdarlık, MEGM- Milli Emlak Genel Müdürlüğünü temsilen öncelikle kendisine emanet edilmiş olan hazine arazileri üzerinden ECRİMİSİL almaktan sorumludur diye öğrettiler bize. Bir de iskelelerdeki eski BELTUR kafe yerleri, kıyı kanununa uygun olarak sökülüp, takılabilen değil de, bayağı kalıcı prefabrik binalar yapılıp, konsorsiyum şirketleri dışında şirketlere kiralanmaya başlandı. Ciddi bir şantiye var yani oralarda.. Sanki İDO özelleştirmesi ile konsorsiyum, “para verip aldım, bedava mı sandın” havalarına girmiş gibi!! Hatırlatmak lazım birileri tarafından arkadaşlara.. “Aldığınızı zannettiğiniz hazineye ait olan bu araziler sizin değil beyler ve bayanlar diye!!!”

O halde MEGM tarafından, belediyelere ücretsiz olarak tahsis edilen hazine arazilerinin, her biri maliye bakanlığının birer mükellefi olan KKKŞ’ne kiralanmasıyla, ücretsiz tahsis bitip de VERGİ- ECRİMİSİL alınmasını doğuran şartlar oluşmaz mı? Böyle bakıldığında Türkiye çapında ki belediye ve özel idareler tarafından, kendi şirketlerine ve/ veya üçüncü şirketlere, ihaleli ve/ veya ihalesiz olarak kiralanan hazine arazilerinden tahsil edilen kira ücretleri içinden, MEGM’e herhangi bir VERGİ– ECRİMİSİL ödenmezse, bu “SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME” değil midir? Birisi ihbar ederse, savcılar suçluyu aramaz mı?

Ayrıca yapılan İDO benzeri özelleştirmeler ve devirlerde, KKKŞ tarafından tahsil edilen gelirler üzerinde, MEGM hak sahibi değil midir?

Daha önce KKKŞ ile imzalanan protokol şartlarının, özelleştirme sonunda da aynı şartlarla devam etmesi normal mi? 2014 de aynı protokol, aynı şartlarda mı devam ettirilecek gibi sorular var cevap bekleyen.

İşte bu ve benzer sorular nedeniyle, devletin denetim organlarının, vergi, ecri misil, devir hakkı, kiralama bedeli ve hakları gibi konularda inceleme yapmaları gerekmez mi? Bir vatandaş olarak benim dikkatimden kaçmayan bu konuların, vergi ve ecri misil tahsilatından sorumlu Maliye Bakanlığının G.İ.B.- Gelir İdaresi Başkanlığı, VDK– Vergi Denetim Kurulu ile MEGM’nün gözünden kaçması normal kabul edilebilir mi? Çok başarılı projelere imza atan, Yunanistan kadar nüfusu olan bir belediyeyi yönetirken, yanında 22 İBB şirketini de yöneten bir kadronun işi kolay değil. Bu kadronun ibra edilmesini, neden ileriki bir tarihe bırakıyorlar?

İhale sonucunun Rekabet Kurulu ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca da incelenmesi, bu denetim ve incelemelerin yapılmasına engel mi? Bana göre hayır. Zaten tekel durumda olan bir şirketin özel kişilere satışına onay veren rekabet kurulunun verdiği onayı nasıl anlamam gerektiğini de hala anlayabilmiş değilim ya!! Satış sonrasında, bir siyasetçinin dediği gibi denizi bilmeyen, deniz ile ilgisi “hava limanı” nın, “limanı” kadar olan, içinde uluslararası otobüs işletmecisinden, hava limanı işletmeciliğine kadar her iş kolundan birilerinin bulunduğu ama denizcilikle yeni tanışanlardan oluşan, hadi bilemedin belki yat kaptanlığı ehliyeti olan bir gruba; Türkiye’nin en büyük denizcilik ve yolcu taşıma filosu teslim edilmiştir. Diyelim ki rekabetten sınıfı geçtiler, yeterliliği nasıl aldılar?

İyi de sana ne kardeşim, neden kıskanıyorsun?

Doğru bana ne..

Ancak bu arkadaşlar bırakalım yeni yatırım, modernizasyon, işletmecilikte fark yaratmayı, bir fiyat çizelgesi bile hazırlayamadıkları için vatandaşın tepkisini çekerlerse ve ben de o vatandaşlardan birisiysem ve WEB sayfalarından defalarca eleştiri göndermeme, sayın genel müdürlerinin, bir toplantıda şahsen yaptığım eleştirilerime, “mutlaka sizi arayıp bilgi vereceğiz” sözüne rağmen geri dönüş olmamışsa, beni ilgilendirir.

Bu arada aklıma takıldığı için sormadan edemeyeceğim; Hani bu ihaleyi onaylayan rekabet kurulumuz vardı ya. Şimdilerde duyuyorum ki Bursa BB’nin bir şirketi yine Marmara denizinde, üstelik de İBB’nin iskelelerini kiralayarak, deniz otobüsü işletmeciliğine giriyormuş. Bana göre geç kalınmış bir karar ama yine de iyi bir gelişme. Marmara ile komşu Ege ve Karadeniz limanları arasında en azından 5 farklı şirketi doyuracak kadar potansiyel var. Belki de İDO’nun özelleşmesi bu açıdan hayırlı oldu. Peki daha yeni İDO satışına onay veren rekabet kurulu, buna da onay verir mi dersiniz? O halde hangi rekabetsizliği veya rekabet şartlarını koruyorsunuz diye birisi çıkıp sorarsa, ne cevap verirler acaba?

Diğer taraftan İDO’nun sermaye yapısı ve hissedarlarının sayısı yönünden baktığımızda, kapalı bir şirket gibi görünse de, sahibi olduğu kurum olan İBB’nin, İstanbul halkını temsil etmesi nedeniyle, halka ait bir şirket olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Halka ait şirketlerin ise statüsü bellidir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi halkın ihtiyaçlarını gidermek için kullanılması gereken kamu kaynakları, zamanında İDO’nun kuruluşuna harcanmış ve halk da bu şirkete gerekli desteği verdiği için şirket büyümüş ve bu günkü değerine ulaşmıştır. Yani halk sadece kuruluş desteği verip kenara çekilmemiş, aynı zamanda sahiplendiği bu şirketinin hizmetlerini de satın alarak desteklemeye devam etmiş ve sermayesinin büyümesine sürekli katkıda bulunmuştur. Bu durum Sermaye şirketlerinde ve İMKB şirketlerinde dahi sık rastlanan bir durum değildir. Sonuçta İBB de, “hiçbir iyilik cezasız kalmaz” prensibine uygun olarak, halkın sahiplendiği ve üzerinde titrediği bu şirketi kimseye sorma gereği duymadan, halka danışmadan, kafasına göre aldığı kararı TBMM de onaylatarak satmıştır. İSPARK ve İGDAŞ da satılmak üzere uygun iklim beklenerek, onayı alınmış olarak sırada bekletilmektedir!!

  1. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME.

Bu durumda halka ait şirketler için uygulanan SPK denetiminin, neden belirli büyüklük ve karlılığa ulaşmış KKKŞ’ni de kapsamadığını sormak istiyorum? Madem ki 01.07.2012 tarihinden itibaren bu şirketler, TDMS’ne geçeceklerse, bundan daha iyi bir fırsat olabilir mi? En önemli fırsatlardan birisi de, 2’nci bölümde detaylı olarak incelediğimiz KKKŞ’nin sayısı, büyüklükleri, vergi gelirleri ve Türk sermaye piyasasına muhtemel katkıları nedeniyle, İMKB’nın güçlenmesi ve/ veya ikincil bir Menkul Kıymetler Borsası oluşturulabilecek potansiyele sahip olmaları nedeniyle, değerlendirilmek üzere ortalık yerde, ilgiye muhtaç bir şekilde durmalarıdır. SPK başkanı, sağda solda küçük rezervlerin peşinde koşarken, böyle değerli bir maden rezervini işlemek üzere hemen harekete geçmelidir.

Yeni TTK ile sermaye şirketlerinin denetimi konusunda çok daha pozitif tedbirler alınmıştır. Deneticilerin kimlerden oluşacağı ve bağımsız yönetim kurulu üyeliği gibi yenilikler getirilirken, KKKŞ’nin denetimini ve yönetimini, idarelerin inisiyatifine bırakmak hala doğru bir tercih olabilir mi? İMKB bünyesinde devlet şirketleri nasıl yine Kamu kaynaklarının korunması açısından Sayıştay veya TBMM denetimindeyse, KKKŞ de, SPK kapsamına alındıktan sonra, varsın diğer denetim kurumları çerçevesinde de denetlensin.

Diğer taraftan SPK başkanı büyük bir gayretle şirketlerin sermaye yapılarının güçlendirilmesi ve denetimi ile halka açıklık oranlarının artması yönünde çalışmalar yapıyor. Hükümetimizin de bu gayretleri desteklediği açıktır. O halde mantıklı çözüm olarak, mevcut KKKŞ içinden belli bir ciro ve kurumsal yapıya kavuşmuş olanların, öncelikle SPK kapsamına alınmasında, halka açıklık standartlarını taşıyanların da, İMKB kotasına alınmasında büyük yarar olduğunu öneriyorum. Böylelikle kamu kaynaklarının korunması, çok daha güncel denetim ve raporlamalarla gerçekleşirken, sermayenin tabana yayılması ve KKKŞ’nin vatandaşa karşı sorumluluklarını yerine getirme sözü de havada kalmamış, maliye politikaları yönünden de verginin tarh, tahakkuk ve tahsili zamanında gerçekleşmiş olacaktır.

Bundan böyle yeni kurulacak KKKŞ ise kuruluş, yönetim ve denetim standartlarının siyasi ağırlıktan bağımsız olarak, halka açık şirketler statüsünde gerçekleştirilmesi, tedrici kuruluşun tercih edilmesi, çok daha makul ve mantıklı bir çözüm olarak görülmelidir diye düşünüyorum.

Geçmişte TANSAŞ İzmir belediyesine ait bir şirket olmasına rağmen, İMKB kotasında iken Migros’a satılmış ve İzmir BB hisselerini tamamen devretmiştir. Bu devir esnasında Tansaş hisselerine sahip olan küçük yatırımcı, hisselerini SPK tarafından da uygun bulunan bir oranla, Migros hisseleriyle değiştirmiş ve mağdur olmamıştır.

Önerimin kabul edilmesi halinde, KKKŞ içinde özelleştirilmesi gündemde olanlar, SPK denetiminde blok olarak hisselerinin satılması yerine, öncelikle halka açılmalıdır. Böylelikle sermayenin tabana yayılması ve halkın şirketlerini sahiplenme ve aidiyet olgusunun ön planda tutulması daha mantıklı bir yaklaşım olacaktır.

ÖNEMLİ; Bu yazıda KKKŞ tarafsız bir gözle incelenerek, durumları kamuoyunun önüne konmuştur. Bugünden itibaren bilinmeyen ve konuşulmayan bir ayrıntı kalmamıştır.  Eğer varsa da kimse saklamamalı, ortaya konuşmalıdır.

Bugün ülkemizde kişi başına 10.000 USD gelir hedefinin üstüne çıkabilme arayışları konusunda yaşanan tıkanıklık, milli gelirin, büyüyen sermayenin ve karın paylaşımı hakkında ki arayışlardan belki de bir veya ikisine dikkat çektiğimi düşünüyorum. Orta boy İMKB denebilecek bir potansiyeli, halkla paylaşmak yerine, belirli bir çevrede bölüşmeye devam etmek hiç de adil değil.

KKKŞ yönetimleri yanında, siyasi irade ve konuyla ilgisi olan Başbakan yardımcısı sayın BABACAN başta olmak üzere, Gümrük ve Ticaret bakanlığı ile Maliye Bakanlığı bürokratları önünde bir SAMİMİYET TESTİ durmaktadır. Bu testten devlet çıkarları ön planda tutularak başarıyla çıkılabileceği gibi, VERGİ TAHSİLATININ ARTMASI, SERMAYENİN DENETİMİ VE TABANA YAYILMASI, KURUMSAL DENETİM gibi bildik lafları etmeye devam ederek, İCRACI ve SORUMLU mevkilerde oturanlar, siyasi tercihlerine göre yanlış yoldan gitmeye devam ederek, dostlar alışverişte görsün misali doğruyu bulmaya çalışır görünüp, sorunun çözümüne engel olmaya devam edebilirler. Takdir kamuoyunundur.

Saygılarımla,

A.Baybars GÖĞEZ

AĞUSTOS 2012

Bilgi paylaşınca güzel
X

Şifrenizi mi unuttunuz?

Bize Katılın