İslamiyet kadın- erkek herkese dinini öğrenmeyi farz kılmış müstesna bir dindir. Yani din ilmi her Müslümansa farz-ı ayındır. İslâm’da ruhbaniyet yoktur. Başka dinlerde görevlendirilen ruhban sınıfının kendi cemaatine ayin-i ruhani yaptırması tamamen taklidi ve sathidir. Dinimizde ayin denilen bidat kesinlikle yoktur.
Bizim reformcuların gözünü kamaştıran org ve korolu klişe havasını camilerimize sokmak için niyetlenenler bile vardır.
İslamiyet bütünüyle ekmel bir dindir. Beşeri müdahaleyi gerektirecek hiçbir noksan tarafı yoktur. Katolik dinindeki safsata ve megalatanın çokluğu Hristiyan halkının sabrını taşırmış ve nihayet papaz Martin Lhuter’in isyanı ile Protestanlık ortaya çıkmıştır. Buna reform hareketi deniyor.
Zaman aşımını ve değişen şartları ileri sürerek böyle bir reformun İslamiyet’te de yapılmasını bekleyenler asla samimi değillerdir. Onlar, bu ekmel dine hurafeler doldurup, onu da diğer dinlerin içine düştüğü perişanlığa itmek heves ve arzusundadırlar. Bu hevesleri daima neticesiz kalacaktır. Çünkü Kuran düşmanları bugüne dek daima hüsrana uğramışlardır.
“Kılı kırk yarma” tabiri İslam dinine has bir espridir. Bunu cahiller anlamaz. Her Müslümanın ilme verdiği değer ve hizmet karşılığında nasıl tekâmül edeceği= gelişeceği ve akıllara durgunluk veren gerçekler karşısında nasıl hayrete düşeceği şüpheden varestedir. Batının ilim dünyasını bu özelliği ile hayran bırakan İslam dini, onlar arasında zirveye ulaşmış pek çok fen ve ilim adamının, din olarak İslam’ı seçmesine vesile olmuştur.
İslam alimlerinin ilim dünyasına kazandırdıkları eser sayısı bugün dahi diğer din bilginlerinin yazdığından çok fazladır. Tıp, Astronomi, Cebir, Geometri, Kimya vb. eserleri bilmeyenimiz yoktur.
Bunlardan “Cabir bin Hayyan’ı” örnek olarak sunalım. 721- 805 tarihleri arasında Horasan’ın Tus şehrinde doğmuş, Urfa civarında yaşamıştır. Kimya biliminin öncülerindendir. Kimya ilmini Hazreti Ali’nin torunu Cafer-i Sadık Hazretlerinden öğrendiğini eserlerinde belirtmiştir. Kendisinden bin yıl sonra dünyaya gelen Fransız bilgini Lavoisier’e öncelik ettiği, ilim çevrelerince kabul edilmektedir.
Cabir bin Hayyan’ın kişiliği ve yaşamı hakkında literatürlere geçmiş fazla bir bilgiye rastlanmıyor. Feyz aldığı kişilerden birinin de, Emevi halifelerinden Yezit bin Muaviye’nin oğlu Halid bin Yezid olduğu söylenir. Cabir bin Hayyan sadece Kimya bilimi ile yetinmemiş, Tıp, Astronomi, Felsefe, Fizik ve Matematiğe dair eserler de vermiştir. Atomla ilgili çok ilginç açıklamalarda bulunmuştur. Yunan alimleri bölünmesi mümkün olmayan cüz’e (atom) demişlerdir. Arapça karşılığı “cüz’ü layete cezza” olarak ifade edilmiştir. Cabir bin Hayyan bu cüz’ün de parçalanacağını ortaya koymuş, bu parçalanmanın Bağdat şehrinin altını üstüne çevirebilecek kadar korkunç bir güce sahip bulunduğunu ve bunun Allah’ın kudret nişanı olduğunu eserinde açıkça beyan etmiştir.
Bu büyük alimin İslami ilimlere de derin vukuf olduğu hususu eserlerinden anlaşılmaktadır. Kimyevi maddeleri dört ana grupta toplamıştır;
- Uçucu maddeler
- Uçucu olmayan maddeler
- Yanmayan maddeler
- Madenler
Cabir bin Hayyan kimyanın geniş bir uygulama alanına sahip olan arıtma konusuyla ilgili deneylerinde “kilsleştirme, kalsinasyon, oksitlenme, çökeltme, süblimnasyon, damıtma, eritme, ergitme ve billurlaşmaya ait kimyasal işlemleri yapmayı başarmış ve aldığı sonuçları eserlerinde açıklamıştır. Bunların yanısıra sirkeden asetik asidi elde etmiş, nitrik asit, maizerin, vitriol yağı, gümüş nitrat maddelerini onun keşfettiği ilmi literatürlere geçmiştir. Cebir ilmi de onun buluşu olup kendi ismi ile anılmaktadır.
Cabir bin Hayyan’ın kendisine ve talebelerine atfedilen eser sayısı beş yüzün üstündedir. Eserlerinin büyük kısmı kaybolmuştur. 27 tanesi 1473- 1710 yılları arasında Latince ve Almanca olarak Nurenberg, Frankfurt ve Strazburg’da basılmıştır. Basılanlardan bazılarının isimleri şunlardır; Kitabül- beyan, Kitabül- hacer, Kitabın- nur, Kitabül izah.
Basılmamış olanlardan bazıları ise; Kitabüs- şems, Kitabül- kamer, Kitabül- hayavan, Kitabüs- sema, Kitabül- arz.
Cabir bin Hayyan’ın bazı eserleri Endülüs kütüphanelerinde okunmuş, batı dünyası asırlarca bunları incelemiş.
İslam alimlerinin yazdığı eserlerin büyük kısmı İskenderiye, Bağdat, Tebriz, Orta Asya ve İspanya kütüphanelerinde talana uğrayarak yok edilmiştir. Moğol barbar ve akıncılarının kıyımı en büyük felakettir.
Dönelim esas konumuza; Kuran-ı Kerimde belli bir sayıda nasih ve mensuh ayetler vardır. Bunlar şer-i hükümler içeren ayetlerdir. Cenab-ı hak burada zat-i kereminden olarak, insanların hidayet yoluna yaklaşmalarını kolaylaştırmayı ve azlık olan müminleri, müşriklere karşı korumayı murad eylemiştir. İlk gönderilen ayetin hükmünü iptal eden ayete (nasih), öncekine de (mensuh) denilmektedir. İşte ilahi reform diye buna denir. Bunun dışında hiçbir beşeri müdahale Kuran’a sokulmamış ve ebediyen de sokulmayacaktır. Kuran düşmanlarını çıldırtan da budur.
Din adamlarımızın özellikle temas etmekten kaçındıkları iki hassas konu şudur; İlki Amentü altıncı maddesi “kader- hayır ve şer”, diğeri de “riba” yani faiz konusudur. Yazılarımda amaçladığım husus, kendi bilgi seviyemi göz önünde tutarak, bu iki konu üzerine dikkatle eğilmektir.
Kader- Hayır ve Şer günahtan korunma yükümlülüğü
Cenabı hak biz kullarına önce zatiyle, sıfatıyla bize kendisini tanıtarak nelerle mükellef olduğumuzu bildirmiş, geçici dünya hayatının ebedi hayatla olan ilgisini ve illetini uzun, uzun izah buyurmuştur.
İnsanlar arasından öğretici ve yol gösterici olarak seçtiği mümtaz kullarına resul ve nebi ismini vermiştir. İnsanların birbirini kolayca tanıyıp anlamaları için kabilelere böldüğünü de Hucurat suresinde açıklamıştır.
Yüce Kuran’ın bize haber verdiği önemli bir husus da Allah’ın ilminin hudutsuz olması ve her vakanın Levh-i mahfuzda programa alınmış bulunmasıdır. Her şeyin tesadüfen veya rastgele vuku bulduğunu sanan biz insanlara, Allah cc geçmiş ve geleceğe ait çok az bilgi sunmayı uygun görmüştür.
Sır aleminden peygamberlere verilen bilgiye “mucize”, velilere verilen bilgiye de “keramet” denir. Her ikisi de haktır, inkarı küfürdür.
Sure başlarında tek, tek okuduğumuz harf veya harf gruplarına rastlarız. Müfessirlerce tevil ve tefsiri yapılan bu şifrelerin Allah ve resulü arasında kalan sırları muhtevi olduğu şüphesizdir.
İlminde sınır tanımayan yüce Allah, tasarrufunda da La- yüsel olduğunu, kesinlikle zulümden münezzeh bulunduğunu beyan-ı akdesinde haber vermektedir. Her iman sahibi güzel amelinin mükafatını rabbinden beklediği gibi, çirkin amelinin de cezasız kalmayacağını bilmek mecburiyetindedir.
Alın yazımızın, yani kaderimizin ne şekilde tecelli edeceği bizden gizlendiğine göre, kaderi gelişi güzel tevil ve tefsir etmemiz mümkün değildir. Hayır ve şerrin Allah’ın iradesiyle husule gelmesinde günahlar için bir mazeret yolu aramak son derece abestir.
Eşyayı, fiilleri ve kavramları ilahi nizamına müsteniden zıddı ile yaratan yüce Allah, bu geçici dünya hayatının da-rül imtihan olduğunu bildirmekle, ilahi adalet ve rıfkını açıkça ortaya koymuş bulunuyor.
Allah cc hazretlerine hüsn-ü zan etmek, sadece kulluğun şanı değil, aynı zamanda yükümlülüğüdür de. Dinin inceliklerini kemal-i ile öğrenmek isteyen her mümin ve mümineye (akaid) okumalarını tavsiye ediyorum. Bu konulara o kitapta geniş yer verilmiştir.
Hasan Hakkı GÖĞEZ