Müslüman olsun veya olmasın her insaf sahibinin İslamiyet hakkında vardığı kanaat şudur; “İslam dini son derece şeffaf ve kusursuz bir dindir.” Yahudilik ve Hristiyanlıkta görülen karmaşık ayinlerden ve büyücülük gösterilerinden İslam yüzde yüz münezzeh (=arı, duru, temiz) tir. O ki muharref (= değiştirilmiş) dinin mübah saydığı pek çok sapıklıklar dinimizde kesinlikle yasaktır, haramdır. Onlardan sadece birini irtikap (=kandırma, inandırma) eden Müslüman tövbesiz ölürse doğru cehennemi boylar. Bu kısa yazımda bunlardan biri olan “riba” (=faiz) dan bahsedeceğim. Riba toplumumuzda çokça tartışılan, hatta spekülasyon yapılan bir konudur. Halbu ki riba hakkında çeşitli ayet ve hadisi şerifler vardır. Hürmeti tartışılmaz ayet ve hadisi şeriflerin ışığı altında konuyu özetlediğimiz zaman varacağımız netice şudur;
- Müslümanlar kendi aralarında yardımlaşmada bulunmalıdırlar. Ancak ödünç veya borç alıp-verme esnasında karz-hasen (=ihtiyaç sahibine para verip, aynen geri almak.) usulünce bir fazlalık yani ücret talep edilmeyecektir. Borçlanan aldığını taahhüt ettiği zaman içinde mutlaka aynıyla ödeyecektir. Riba’ya giren farktan alan da, veren de sorumludur. Her ikisi de haram işlemiş olur. Bu yardımlaşmada para, mahsul, ticari emtia ve evcil hayvanlar dahildir. Meselenin birçok ayrıntıları vardır. Kitaplardan aramak ve okumak lazımdır.
- Zamanımızda devletin kontrolü altında çalışan banka sektörü bir ücret karşılığında para toplamayı ve bunu ihtiyaç sahiplerine satmayı normal bir hizmet ve iş kabul ederek yürütmektedir. Bankalarda bu hizmet yürütülürken mevduat sahibine verilen faizden de, bankanın verdiği krediden de devlet vergisini almaktadır. Hepimizin bildiği gibi İslami emirlere uymayı kabul etmeyen laik devlet, faizin değil, kendi hissesinin peşindedir. Yine hepimizin bildiği gibi T.C. hükümeti şeriat kanunlarını açıkça çağ dışı ilan etmiş, Avrupa kökenli kanunları kınayanlar için de müeyyide (=ceza) koymuştur. Halkı Müslüman, devleti laik olan bu hükümet Avrupalı dostları arasında tek başına bu çifte standardı korumada kararlıdır. Türkiye’nin çıkarları ve emniyeti bakımından bu statüyü yürütmek zorundaymışız. Buna rağmen Avrupa Birliğinin 200 bin nüfuslu üyesi Lüksenburg dükalığına tanınan hakların hiçbiri 60 milyon nüfuslu T.C.’ne tanınmamıştır. Buradan anlaşılıyor ki bizi aralarına kerhen kabul etmişlerdir. Kızıp da topluluktan çıkma blöfü yapılsa, belki kimsenin peşimizden çağırmaya niyeti yoktur.
- Türkiye karşılıksız para basan bir ülkedir. 1940 yılına kadar oldukça istikrarlı olan banknot önce yavaş, sonra çok hızlı bir tempo ile değer kaybına uğramıştır. Son yıllarda %70 civarı seyreden enflasyonun fren yapma ihtimali görülmüyor. Seneye katrilyonla ifade edilen bir bütçeyle karşılaşacağız. Böyle bir parayla devletin ekonomik tedbirlerden dem vurmasını vatandaş elbette ciddiye almayacaktır. Bu tablo banka faizlerinin nasıl işleyeceğini açık-seçik göstermektedir. Faiz kavramı pratikle- teori arasına sıkıştıkça sıkışıyor. Buna başka bir isim verilse yeridir.
- Bu duruma göre; a) Şeriatı reddeden rejimiyle Türkiye’yi darül harp (= Müslüman olmayan ülkeler.) sayabilir miyiz? b) Verilen banka faizi değer kaybını karşılamadığı halde burada bir artma olduğu söylenebilir mi? c) Sabit değeri olan ve gümüş paranın yerini izafi para olarak aldığına göre, şeri kıstas nasıl uygulanabilir? d) Ödünç verme veya borç alma işlemi iki Müslüman arasında icra ediliyorsa, yardımda bulunanın kaybı nasıl önlenir?
Uzun yıllar tartışma konusu olarak hala gündemde kalan faizin çözüme kavuşması galiba mümkün olamayacaktır. Çünkü, bu çözümü yerine getirecek yetkili bir makam veya kurum dahi bugün için Türkiye’de mevcut değildir.
Darül harp olarak tanımlanan yabancı ülkelerde yaşayan Müslümanlar bizden daha şanslı gözüküyor. Oralarda herkes dini görevini yaparken hiçbir engellemeye takılmıyor. Kimse karakola celbedilip ifade vermeye zorlanmıyor. Demek ki o ülkelerde hürriyet kavramı başka, bizdeki yorum başka türlü.
Evet..
“Hak verilmez, alınır” sözü doğru bir söz ise nedir bu korkaklığımız ve uyuşukluğumuz a dostlar?
Hasan Hakkı GÖĞEZ