Kasım 1998’de GÜNEY EGE GAZETESİNDE yayınlanmıştır.

Öyle “ABARTILI” bir ülkede yaşıyoruz ve bunlara kendimizi o kadar kaptırmışız ki.! Biraz sakin kafayla düşündüğümüzde irkilmemek mümkün değil. Başlangıçta insana şaka gibi geliyor ama maalesef hepsi de gerçek ve ben bu gerçekleri yaşadıkça çıldırıyorum.

Biraz gerilere gidelim. Öyle ya biz eskiden böyle değildik. Birey ve aile olarak, hatta ulus olarak; mütevazi, yardımsever, kendi kendine yeten, ekmeğini aşını paylaşabilen bir toplumduk. Bir dostumuzu, akrabamızı, asker arkadaşımızı gördüğümüz zaman ne yapar eder yemeğe davet eder, hediye verir, misafirliğe davet edip de ayrıldıktan sonra mektup/ kart göndererek ille bir kez daha görüşelim diye ısrarcı olurduk.

Çok değil, 15- 20 senede ne değişti de artık çocuklarımıza bu özelliklerimizi mazide kalan bir anı gibi anlatıyoruz? Akrabalarımızı bayramdan, bayrama dahi görmeye tahammül edemeyip gezi programları hazırlıyoruz. Adeta kaçarcasına mümkün olduğunca en uzaklara gitmeyi tercih ediyoruz. Kardeşimiz bile bir şey istese, kıvırıp bahane uydurmaya çalışıyoruz.

Gerilere gittim dedim ya, işte oralarda bunların nedenlerini bulmak mümkün. Yeni kimliğimize kavuşmayı enflasyon denen illetle tanışmamıza borçluyuz diye düşünüyorum. Zaten %100’lerde seyreden enflasyon da normal ekonomilere göre ABARTI değil mi?

Kronikleşen enflasyon nedeniyle şu anda 40 yaşın altındaki gençlerimizin enflasyonsuz bir ortamın nasıl olduğu hakkında hiçbir fikirleri yok. Onlar da bilmeyiversinler diyebilir miyiz? Hayır yok! Çünkü Türkiye’nin yaş ortalaması 30’un altında.

Madem ki her şeyin başı enflasyon. İyi de bizi enflasyonla kim tanıştırdı diye soran gençlerimize kim cevap verecek? Mezardakiler mi, yoksa hayattakiler mi?

Hepimiz biliyoruz elbette hayattakiler ve dimdik ayakta duran başımızdakiler.

Biz yine konumuza dönelim ve şu ABARTILARA bir göz atalım isterseniz;

1993 sonunda 1$= 10.000 TL iken 1998 sonunda yaklaşık 300.000 TL oldu. Yani 5 senede paramız tam 30 kat değer kaybetti.

Yurt dışından bakarsak tam rezalet. 1 TL= 0,0000003 $.

Şimdi siz Amerika veya batılı ülkelerde yerleşik yatırımcı olsanız, böyle istikrarsız ülkeye yatırım yapar mısınız? Soruyorum. Yapar mısınız? Pekâla nereyi tercih edersiniz? İstikrarlı olan bir ülkede, mesela Amerika değil mi?

Boğaz manzaralı vasat bir villanın 1,5 milyon $, Etiler’de değerli iş insanı Korkmaz YİĞİT’in Pilatin konaklarında dubleksin 1 milyon $ fiyatla kapış, kapış satıldığı halde, aynı büyüklük ve konforda Köyceğiz’de deniz ve göl manzaralı villa 100.000 $ ve alıcı bekliyor.

Toplam milli gelirimizin yarısını altı ilimiz, diğer yarısını 73 ilimiz paylaşıyor. (1998’de 79 il vardı.)

Enflasyon beklentimiz %58, devletin bir yıllık borçlanmada verdiği faiz %140. Önümüzdeki yıl enflasyon %35 olursa 3 katı kazanıyorsunuz. Hem de devlet güvencesiyle ve oturduğunuz yerden. Sanayici demez mi!! Üretim yapanın taa…

İstanbul’un en fakir %20’lik nüfusu toplam gelirden %4 pay alırken, en zengin %20’lik nüfus %65 pay alıyor.

1998 bütçesinden yatırımlara ayrılan pay %7, iç ve dış borç faiz ödemelerine giden pay %40.

1990’da 15 milyar $ olan iç borç toplamı, bugün hala %140 faizle borçlanma sonucu 30 milyar $’dan fazla.

Üreticide 5.000 TL olan domatesin kilosu, markette 100.000 TL’den satılıyor beyler. Hani denetim!!

Bir de “piyasa enflasyonu” alışkanlıklarıyla edindiğimiz enflasyonlarımız var. Parti enflasyonu mesela. Yaklaşık 30 civarı partimiz var ve hala kuruluyor. (2021’de 108 parti kuruldu ve hala kurulanlar var.)

Bankacılıkta da enflasyon var. İrili ufaklı 50’den fazla bankamız var.

Sanki okuma oranımız çok yüksekmiş gibi 50’den fazla gazetemiz var. Belki 100 kim bilir!

Benzeri örnekleri sizlerin de bildiğiniz gibi çoğaltmak mümkün. Tüm bu ABARTILARA karşın dünyada işler nasıl? Hele ki refahta bizden daha ilerde olan ülkelerde.

Adamlarda seçim yapılıyor azami 2-3 parti katılıyor. Ya başkan, ya da başbakan seçiliyor işlem tamam. Bizde siyaset ve siyasetçiye güven olmayınca, seçimlerde tek parti kazanamıyor, koalisyon görüşmeleri seçimden sonra başlıyor ve asıl fırtına o zaman kopuyor.

Ekonomik kriz oluyor, tüm partiler anlaşıyor. Daha önceki krizlerden ders çıkartıldığı için neler yapılacağı konusunda aşağı- yukarı herkes dersini çalışmış, sadece karar alıp disiplinli şekilde uyguluyorlar. İşlem tamam.

Ekonomilerini devletin kurumları yönetiyor. Bizde akrabalar, kriz dönemlerinde ne kaparsam kâr mantığıyla hareket ettikleri için, güçsüz devlet karşı koyamayıp teslim oluyor. Çünkü sistem tümüyle enflasyon mantığına göre işliyor. Birileri büyük paralar kazanırken tek korkuları var. Ya enflasyon düşerse..!

Bizde her TCMB’nın ihalesinde %5- 10 değişen faiz oranlarına kimsenin aldırdığı yok, Amerika binde 25 indirdi diye yer, yerinden oynuyor.

Adamlarda enflasyon yok denecek kadar az. Gidin 150- 200.000 $ ödeyip bir ev alın, hem de yok denecek faiz ve vade farkıyla, arkanızı dönün 1.000- 1.500 $’a kiraya verin taksitlerini kendisi ödesin.

Karşımıza çıkartılan ABARTILI tablo ile öyle şeyler yaşıyoruz ki; 1987’de siyasi kriz, 1991’de körfez krizi, 1994’de ekonomik- finansal kriz yetmemiş gibi, 1998’de neden olduğu belli olmayan, sanki birilerinin adeta körüklediği “halkı sindirme krizi.” Bunların hiçbirini vatandaş, sanayici, esnaf, çiftçi vb. çıkartmadı.

Yukardakiler, “bizim girişimcimiz aslandır, kaplandır, çalışkandır. Evvel Allah bu krizin de üstesinden gelir” diye gaz verirken, siyasal iktidarlar bir bakmışın 3- 4 sene sonra tam işler düzelirken bir kriz daha icat etmiş. Birkaç banka batar, yolumuzu buluruz diye düşünen akbabalara aşağıdaki temel fıkrasını ithaf ediyorum.

“Zamanın padişahı Anadolu beylerbeyini yanına çağırır ve sefere çıkacağını söyleyerek, asker toplamasını buyurur. Davullar çalınır, fermanlar okunur ve bizim beylerbeyi Temel’in kapısına gelir. Padişahımız sefere çıkacak, senin üç oğlun var birisini askere alalım der. Temel hiç itiraz etmeden vatana feda olsun deyip verir. Fakat oğlan savaşta şehit düşer.

Bir süre sonra padişah tekrar sefere çıkacaktır. Temel yine vatan için feda olsun der diğer oğlanı da gönderir. Bu oğlan da şehit düşer.

Birkaç sene sonra padişah tekrar sefere çıkmaya karar verip de Temel’den üçüncü oğlunu istemeye gittiklerinde; Temel yine itiraz etmeden son oğlunu da gönderir ama bir şartı vardır; “Ha pu padişahınıza söyleyin, penum belime güvenip habire savaş ilan etmesin.”

Sadece oğlanlar gitmiyor. Her krizde batan şirketlerle kaybolan milli servetimiz yanında, girişimcilerimiz ve beyaz yakalı yöneticilerimiz de, krizin çıkmasında hiçbir günahları olmamasına rağmen, ödenmeyen vergi- SSK borçları, protesto olan senetler ve arkası yazılan çekler nedeniyle lekeleniyor. Devlet de yahu siz neden bu duruma düştünüz diye çare üretmeyip, bankalar ellerinde avuçlarında ne varsa hacizlerle alınca, aile dramları yaşanıyor ve zamanaşımı kuralları da dikkate alınmayarak, 15- 20 yıllık kâbus dolu bir hayat başlıyor. Bu nedenle VERGİ VE SGK BORÇLARI VE YAPILANDIRMALARI ÖNERİLERİM hakkında yazdığım yazımın linkini ekliyorum. https://abaybarsgogez.net/vergi-ve-sgk-borclari-ve-yapilandirilmasi-onerilerim/

Sevgiler ve saygılar sunarım.

AHMET BAYBARS GÖĞEZ

Bilgi paylaşınca güzel
X

Şifrenizi mi unuttunuz?

Bize Katılın