İrtica furyasının ülke içinde suni gerginliğini yaşadığımız şu günlerde uzun deneyimlerden geçmiş hukukçular olarak şu önemli noktalar üzerine eğilip, sizleri gerçekçi bir değerlendirme yapmaya davet ediyorum.
Batılıların üç asır önce ortaya koyup dünyaya tanıttıkları uygulamalı laiklik kavramı ile Türkiye’de 1923’den sonra tatbikine geçilen Atatürk modeli laiklik arasında mana ve muhteva bakımından ne gibi ortak benzerlikler bulunduğunu acaba söyleyebilir misiniz? Yoksa, Yassıada mahkemesinin meşhur divan başkanının bir savunmaya cevap olarak; “Sizi buraya getiren kuvvet öyle istiyor” demesi gibi sizler de “Atatürk hayatta iken böyle istemiştir” diyerek geçiştirecek misiniz?
Hukuk adamlarının tutum ve davranışlarından öyle anlaşılıyor ki, kafalarda yer alan endişe hukukun üstünlüğü ilkesi yerine, rejimin sizlerden istediği modeli savunmada ısrar edilmektedir. Sözüm ona kendilerinden hak ve adaleti temsil etmesi beklenen siyasi kadrolar, ikbal ve menfaatler karşısında yıllardır haksızlığa ve zilyete böylesine rıza göstermişlerdir. Bir milletin varlığının teminatı olan hukuk müessesesinin bu derece tutarsız olması kadar kötü bir akıbet ve bedbahtlık tasavvur edilemez.
Malumunuz üzere batı dünyası inkilablarını kendi öz benliğini koruyarak yapmıştır. Ne başka ülkeden kopya almış, ne de halkların üzerine kaba kuvvetle yürümüştür. Kitlelerin inanç ve geleneklerine saygı hususunda o derece ileri gitmişlerdir ki, aza-çoğa bakmadan Federal devlet biçiminde karar kılmışlardır. Avrupa demokrasisinin en önemli sosyal dayanağı olan Federal hukuk sistemi özellikle hür düşüncenin, vicdan ve ibadet hürriyetinin teminatı olan Hukuk devleti ilkesi işte böylece gerçekleşmiştir.
Sayın hukukçular; “Hakimiyetin kayıtsız, şartsız millete ait olduğu” iddia edilen Cumhuriyet rejiminde siz böyle bir hakkın verildiğine şahitlik yapabilir misiniz? İleri sürülen her iddianın arkasında birer delil veya ispat yolu bulunması gerekmez miydi? Dünyanın neresinde insanlar gerçek olmayan böyle bir sloganı temel felsefe olarak kullanabilir? Sizce hakimiyet millette midir?
Halkımız artık yalan-dolana, kaba kuvvete boyun eğmek yerine, hak ettiği modern devlet anlayışını ve gerçek laikliği yaşamak istiyor. Bizde hala laikliğin sadece lafı ediliyor ama tartışması dahi yapılamıyor. Geliştirmek için çaba gösteren de yok. Konuşma yasağı kalkmadığı sürece demokrasiden ve hukuk devletinden söz etmek ise mümkün değildir. İlerleme yolunda millet neler bekledi, neler buldu? Kültür ihtilalinin yanında görünen gazeteler bunu bile, bile yapmışlardır. Hem de kaba kuvveti desteklercesine. Ana unsurunu kaybettiğinde Türkiye’nin başına neler gelebileceğinin hesabını onlar çoktan yapmışlardı.
Bölücülük sözcüğünün gerçek mucidi halk mıdır? Yoksa kendisine devleti yönetme görevi verilenler mi? Antidemokratik yasalarla din ve düşünce hürriyetini gasp edenler de onlardır. Vatan için canla, başla savaşmış kahramanları özel mahkemelerinde yargılayıp sehpaya sevk edenler, cumamızı, ezanımızı, ecdat vakıflarımızı elimizden alanlar da hep onlardır. Bunlarla mı bu laik cumhuriyet payidar olacak ve bir hukuk devletinden söz edilecek?
Tarihi okuyanlar herhalde Endülüs devletinin başına gelenlerden haberdardır? Burası şimdi İspanya’dır. “Su uyur düşman uyumaz” atasözünü konuşup geçeriz. Halbuki tarih bunun gibi nice ibretlerle doludur. Şimdi de bizi aynı akıbete doğru sürüklemek isteyen gafillere yuh olsun.
Hasan Hakkı GÖĞEZ 20.01.1987