Dünyanın her ülkesinde halk kitleleri daima cesur ve kararlı liderleri sevmiş, onları desteklemiştir. Çoğu zaman bu arzu henüz tahakkuk etmeden bazen hüsran ile de noktalanıyor. Bu talihsizliğin sebebini iki koldan araştırmamız gerekiyor;
- Ülkedeki nüfuzluların ortak cephe kurup entrikayla halk birliğini sabote etmeleri.
- Liderlik mevkiine yükselen kişi veya kişilerin yavaş, yavaş kaviler safına kaymaları ve birçok ihanette bulunmaları.
Benzer talihsizlik Türk milletine de çatmıştır. II’nci dünya savaşının sona ermesiyle 1945’de geçilen demokrasi denemesinde milli şefin tahtı sallanmaya başlamış, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde de kesin bir yenilgiye uğrayarak tahttan.! indirilmiştir. Yönetimi seçimle eline geçiren D.P. de maalesef başarılı bir iktidar örneği olamamış, 27 Mayıs 1960 ihtilaliyle turfa olmaktan (=değerini yitirmek, çürümek) kurtulamamıştır. Halkın desteğine rağmen D.P. ancak 10 sene ayakta kalabilmiştir. Temenni edilirdi ki; Türkiye’de başlatılan demokrasi hareketi sekteye uğratılmadan D.P. iktidarını rakip bir parti tasfiye etsin ve ülke maceracıların eline düşmemiş olsun.
1950 yılına kadar T.C. kanunlarını kendi çıkarına göre tanzim eden CHP tek parti havasından ve tutkusundan asla vazgeçmemiştir. Belki de kurucu parti olarak böyle olması gerektiğine halka rağmen kendilerini inandırmışlardı. D.P. her ne kadar halkın desteğini kazanmışsa da tek parti dönemi kurallarını hukuk devleti adına tasfiye etmek cesaretini gösterememiştir. Çünkü onlar da aynı ekolün potasından çıkmışlardı. Tabular onlar üzerindeki hakimiyetini sürdürüyordu, hala da sürdürüyor. Türkiye’nin sancılı demokrasisi maalesef sağlığına kavuşma sinyali vermiyor.
Tarih boyunca milletler hak ve adalet tanımayan dikta yönetimlerle savaşmak zorunda kalmışlardır. Bu kabil demokrasi mücadelesine niçin İslam ülkelerinde rastlanmıyor da, Hristiyan ülkelerinde görüyoruz? Bu durum Müslüman halklar için apaçık bir geri kalmışlık sebebi olmuyor mu? El cevap; Olmuyor çünkü insan haklarını çiğneme alışkanlığı batıda görenek halinde yayılmıştır. Halbuki Müslümanların anayasası Kuran imtiyazlı sınıf diye bir şey kabul etmemiş, herkesi eşit haklarıyla sadece insan olarak tanımıştır. Savaşlar veya ticaret yolu ile İslam ülkelerini göre Hristiyanların gözü açılmış, krallara, derebeylerine ve ruhbana karşı isyan etmişlerdir. Onlar bugün bile gerçek İslam’ın hak ve adalete olan hassasiyetine erişememişlerdir. Çünkü batıl dinlerinde bu boşluk elan doldurulamamıştır. İslamiyet, hukukun üstünlüğüne hem yönetimde, hem de toplum ilişkilerinde büyük değer vermiş, sınıflamayı kesinlikle reddetmiştir.
Bu bakımdan demokrasi yapay, adalet ise asıl kalacaktır.
Hasan Hakkı GÖĞEZ
01.05.1993